Karadeniz, tarihöncesi çağlardan itibaren dağlık arazileri ve denize olan kıyısı sebebiyle tercih edilen bir bölge olmuştur. M.Ö. 750- 550 yıllarında yunan anakarasında yaşayan halk ile Ege ve Akdeniz kıyılarındaki Miletos, İyonya ve Yunan gibi toplumların başlattığı Kolonizasyon Dönemi’ne kadar Karadeniz, ıssız, diğer uluslardan uzak, yerel bir bölge olarak varlık göstermekteydi. Eskiçağlardan beri Karadeniz bölgesi Greklerce deniz anlamı taşıtan “Pontos” ismiyle anılmıştır. Bu isme Homeros ile Hesiodos’un eserlerinde rastlanılmaktadır. Homeros, bu tabiri hem kendi başına deniz hem de büyük ve geniş deniz manasında kullanmıştır. Hesiodos ise Pontos’u Gaia’nın oğlu olarak ifade etmiştir. Yunan mitolojisinde Karadeniz içerikli efsanelere bolca rastlanılmaktadır. Yunanlar, Troia Savaşı sonrasında Ege Adaları ile küçük Asya sahillerindeki İon kolonizasyon dönemiyle birlikte Karadeniz bölgesiyle tanışma imkanı bulmuşlardır. Yunanlar, Akdeniz’in akıntılarına uygun gemilerle Karadeniz’e gelmeye çalışmıştırlar ancak Karadeniz’in çetin akıntıları, aşması mümkün olmayan fırtınaları ve çöken sisleri ile sahil şeridini yurt edinen toplumları bölgeye gelen bu denizcileri yok etmiştir. Bu nedenle bölge halkı Yunanlar tarafından “barbar” olarak anılmıştır. Bu nedenle bölge halkı Yunanlar tarafından “barbar” olarak anılmıştır. Bu bölgede yaşayan “barbar” toplumlar yurduna ayak basan yabancıları öldürme ya da tanrılara kurban etme gibi adetleri vardı. Fakat Yunanlı denizciler bu “barbar” halktan ziyade Pontos’un sarp denizinden korkmuşlardır. Bu yüzden Karadeniz, Misafir Sevmez Deniz (Pontos Eukseinos) olarak isimlendirilmiştir. Fakat zamanla Yunanlar, Karadeniz’in bu deli akıntılarını, sert fırtınalarını tecrübe ederek Karadeniz’in akıntılarına uyacak gemiler inşa etmişlerdir. İlk olarak sahilden çekilerek kıyı değince hareket eden gemilerin yerini zamanla daha iyi gemiler almıştır. Yapılan pentekonterler (50 kürekli gemi) ile triakonterler (30 kürekli gemi) sayesinde Boğazlar aşılarak Karadeniz’e ulaşılmıştır ve güçlükle gidilen denizlere kolayca ulaşıp ticari faaliyetler daha rahat gerçekleştirilmiştir. Karadeniz’e gelen denizci Yunanlar, zamanla bölgeyi tanıyıp ufak tefek koloniler kurmuştur. Karadeniz’in darı, kurutulmuş balık, buğday gibi zirai ürünlerinin yanı sıra gümüş, demir, altın gibi madenleri de elde eden bu gruplar, Ege, Akdeniz, Yunan anakarası gibi bölgelere taşımışlardır. Gelişen bu durum neticesinde Karadeniz, Misafir Sevmeyen Deniz (Aksenos Pontos) manasını terk edip Konuk Sever Deniz (Euksenos Pontos) ismiyle anılmıştır. Doğu Karadeniz ise, doğuda Gürcistan ile başlayarak batıda Ordu’nun doğusunda bulunan Melet Irmağı’na kadar olan bir konumu teşkil etmektedir. Doğu Karadeniz, sahip olduğu dağlık arazileri ile denize olan kıyısı sayesinde eskiçağlardan beri toplumlar tarafından tercih edilen bir bölge olmuştur. Strabon, Herodotos, Ksenophon gibi antikçağ yazarlarının eserlerinde bölgede yaşayan halklardan, coğrafyasından, yeraltı ve yerüstü kaynaklarından, jeopolitik konumundan bahsettikleri bilinmektedir. Fakat bölgenin fazla yağışlı olması heyelan, taşkın ve sel gibi olayları doğurmuştur. Bu da bölgede yapılan arkeolojik çalışmaları olumsuz etkilemiştir. Dolayısıyla bölgeyle ilgili bilgilere ulaşmak için antikçağ yazarlarının eserlerine ve modern kaynaklara başvurulmaktadır.
Ticaret, tarihöncesi çağlardan itibaren var olan bir eylemdi. Tarihöncesi devrin insanları, kendi toplumlarına has kumaş, süs eşyası, çanak-çömlek gibi ürünler üretmekteydiler. Zamanla gelişen toplumlar, birbirlerinin bölgelerine gelerek kendi topraklarında olmayan ürünleri kendi ürünleriyle değiş-tokuş yapmışlardır. Böylece ticari faaliyetlerin ilk adımları atılmıştır. Pre-Neolitik dönemde tarımsal ürünlerin artmasıyla toplumlar, palamut ve çekirdekten kurutulmuş et ve balığa kadar birçok ürünü depolama ihtiyacı duymuşlardır. Üretimin çoğalması nüfus artışını etkilemiştir bu da toplumun birbirine bağımlı yaşamasına neden olmuştur. Avcı toplayıcı bir insan toplayamadığı ya da üretemediği bir ürünü ticaret aracılığıyla temin etmiştir. Barter (değiş-tokuş) ile meydana gelen ticari faaliyetler Anadolu’da da yaşanmıştır. Epi Paleolitik ve Neolitik dönemde Anadolu’da ticareti yapılan ürünlerden obsidyen, boncuk yapımı için kullanılan deniz kabukları ve egzotik taşlar gibi ürünler uzak bölgelere ihraç edilmiştir.
DOĞU KARADENİZ BÖLGESİ’NDE ERKEN DEMİR ÇAĞI’NDAN YUNAN KOLONİZASYON DÖNEMİ SONUNA KADAR TİCARETİN GELİŞİMİ
Erken Tunç Çağı’ndan önce diğer bölgeler gibi Anadolu’da da ticaret var olan bir eylemdi. Ancak bu eylemin tam anlamıyla gerçekleşmesi ve gelişmesi M.Ö. 2. Binyılın başlarında Asurlu tüccarların Anadolu’ya gelişiyle olmuştur. Anadolu’ya gelen bu tüccarlar, ticaretle beraber yazıyı da Anadolu’ya taşımışlardır. Anadolu’ya kalay ve kumaş veren Asurlu tüccarlar karşılığında bakır alarak aralarında iki asır boyunca sürecek olan ticari faaliyetleri başlatmışlardır. Tunç Çağı’nda Anadolu’nun ticari, siyasi ve iktisadi unsurları Hitit Devleti’nin elindeydi. Bu dönemin en tehlikeli toplumlarından olan Kaşkalar Doğu Karadeniz Bölgesi’nin dağlarını yurt edinmişlerdi ve Hititler ile ticari ve siyasi manada etkileşim içinde olmuşlardır. Hitit kaynaklarında Kaşkalılar ile Hitit kralı arasında yapılan antlaşmalara rastlamak mümkündür. Antlaşmalardan birinde; başkent Hatti’ye gelen Kaşkalı tüccarların, yalnızca Hitit sınır beyinin sınırladığı bölgelerde ticaret yapabileceklerini ve farklı bir bölgeye gidip orada ticari münasebetler kurmasının yasak olduğunu belirten ifadeler bulunmaktadır. Kaşkalar’ın kendi topraklarında üretemedikleri malzemeleri komşu topraklardan temin ettikleri düşünülmektedir. Kendi topraklarında var olan yün, tuz, bakır vb. ürünleri de sattıklarını söylemek mümkündür. Bu dönemde Doğu Karadeniz bölgesinin arkeolojik ya da yazılı kaynak yetersizliğinden dolayı ticari faaliyetler üzerine detaylı bilgiler bulunmamaktadır. M.Ö. 1190 yıllarına gelindiğinde Anadolu’nun güçlü imparatorluğu olan Hitit İmparatorluğu’nda iç huzursuzluklar, kıtlıklar, süresi uzun savaşlar, salgın hastalıklar vb. yaşanmıştır. Tüm bu olaylar imparatorluğun Anadolu’da sahip olduğu egemenliği büyük ölçüde sona erdirmeye başlamıştır. İmparatorluk, resmi şekilde olmasa da Hattuşa ve Tarhuntaşşa olarak çift merkezli olmuştur. Hitit İmparatorluğu’nun bu olumsuz hallerini fırsat olarak gören daimi düşman Kuzey Anadolu’daki Kaşkalar, tüm Orta Anadolu’yu ele geçirmiştir. Anadolu’nun güneybatısında yer alan Lukkalar da imparatorluğun merkezine baskın yapmışlardır. Yaşanan bu olaylar Hitit İmparatorluğu’nun Anadolu’daki etkilerinin büyük oranda sona ermesine sebep olmuştur. Yaşanan bu siyasal çalkantılar imparatorluk bölgesinin sessizleşmesine sebep olmuştur. Bununla birlikte Anadolu, büyük bir kargaşa ve çöküntü yaşamıştır. Bu tarihe değin Hattuşa’da varlığını sürdüren kral sülalelerinin bir kısmı güneye yönelerek Tarhuntaşşa, Kargamış ve Malatya’da yeni sülaleler meydana getirerek küçük beylikler halinde varlığını devam ettirmiştir. İmparatorluk döneminde huzur ve refah içinde var olan bölgeyi bu dönemde çeşitli bölgelerden gelen halklar ele geçirmeye başlamıştır. Bu dönemde Anadolu, Urartular, Frigler, Lidyalılar gibi farklı toplulukların yönetimi altına girmiştir. Anadolu’nun tamamında yaşanan bu gelişmelerle beraber Tunç Çağı sonlanarak Demir Çağı’nın başlamasına etki etmiştir.
Erken Demir Çağı’nın halkları, kendilerine özgü sosyal ve kültürel yaşantı, iktisadi, ticari ve siyasi bir yapı oluşturarak birbirleriyle bağlantı kurmuşlardır. Bu dönemde Doğu Karadeniz Bölgesi’nde var olan toplumlar bölgenin stratejik önemini kavrayıp dağlık arazilerini ve denize olan kıyılarını en verimli şekilde kullanarak ticari faaliyetleri başlatmışlardır. Demir Çağı’nın en önemli toplumlarından olan İskitler, bu bölgenin topraklarında tarım, denizinde ise tarımsal ürün sevkiyatı yapmışlardır. İskitler’in en çok etkileşim içinde oldukları topluluk ise Doğu Karadeniz Bölgesi’nin tüm kaynaklarını en iyi şekilde işleyen ve farklı bölgelere dağıtan Yunanlardır. Doğu Karadeniz Bölgesinin hem yeraltı hem yerüstü kaynaklarını işleyip, kullanan ve bölgenin yerel halkı kabul edilen Khalybler, Mossynoikler, Driller, Tibarenler gibi ticari faaliyetlerde oldukça etkin rol oynamışlardır.
M.Ö. 7.yy’da İskitler, Avrupa ve Asya’nın batısında bulunan Tanrı Dağları ile Fergana Vadisi arasında bulunan bölgeye yayılmışlardır. İlerleyen zamanlarda ise Anadolu’ya gelip Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’ya yerleşerek yurt edinmişlerdir. Kuzey Karadeniz’deki Yunan kolonilerinin tahıl ihtiyacını İskitler karşılamıştır. M.Ö. 4.yy.’da Peleponnessos Savaşı’ndan dolayı Kerç Boğazı, Yunan anakarasının en önemli ticaret yolu haline gelmiştir ve tahıl alışverişi bu güzergah sayesinde yapılmıştır. Yunan- İskit ticaretini daha da kuvvetlendirmek adına Yunanlar, Karadeniz’e gelerek kuzey sahillerine koloni-kent kurmuşlardır. Bu kolonilerden en önemlileri Bug Nehri’nin ağız kısmında bulunan Olbia, Kimmer Bosporus’unda bulunan Panticapeum (Modern Kerç) ve Kırım’da bulunan Cherson’dur.
İskit- Yunan ticaretine bakıldığından İskitler’in Pontuslu Yunanlara tahıl, tuz, uskumru, bal, balmumu, et, süt, deri, kürk ve kereste ihraç ettikleri bilinmektedir. Yunanlar ise İskitlere; şarap, zeytinyağı, sanatsal eşyalar, dokuma ürünleri ve lüks eşyalar satmışlardır. İskit ülkesinden alınan keresteler gemi üretimi için kullanılmıştır. Karadeniz, tarım ve hayvancılık açısından her ne kadar kısıtlı araziye sahip olsa da elinde barındırdığı deniz gücü sayesinde deniz aşırı seferler ile en uzak bölgelerle dahi ticari etkileşimler kurarak ekonomilerini canlı tutmayı başarmışlardır. Aynı zamanda bu ticaret yollarının kontrolünü ellerinde tutarak da hakim oldukları bölgelerden geçen mallardan vergi aldıkları bilinmektedir.
M.Ö. I. Binyılda Doğu Karadeniz’in yerel halkları olarak tanımlanan topluluklar çeşitli toplumlarla alışveriş yaparak bölgenin iktisadi manada gelişmesini sağlamışlardır. Bu dönemin halklarına Homeros, Herodot, Strabon, Ksenophon gibi antik çağ yazarlarının eserlerinde rastlamak mümkündür. Trapezous (Trabzon) ile Pharnekia’nın (Giresun) dağlık bölgesinde yaşayan, vahşi olarak tabir edilen Mossynoikler ağaçtan evlerde kulübelerde yaşadıkları için bu isimle anılmışlardır. Aslında “Mossyn” olarak hitap edilen bu halkı Strabon, “Heptakometler” olarak belirtmiştir. Mossynoikler, hayvan eti, ceviz ve gıda ürünleriyle düşmana tuzak hazırlayan bir halktır. Ekonomileri ise balıkçılığa dayanmaktaydı. Ksenophon’un Anabasis (Onbinlerin Dönüşü) eserinde tuzlanarak küplere bastırılmış yunusbalığı eti, çanaklarda ise yunus yağı üretmektedirler. Yunus yağını Greklerin zeytinyağı tükettikleri gibi tükettikleri bilinir. Ambarda yassı, dilimsiz birçok ceviz başlıca üretim ve tüketim ürünleriydi. Şarap da üretmekteydiler, tadı biraz kekredir ama su katınca hafif hoş kolu olmaktaydı. Strabon da bu halkın vahşi hayvan eti ile ceviz tüketerek yaşadıklarını belirtmiştir. Bunun yanı sıra madencilikle de uğraşan Mossynoikler’in pirinç madenini işledikleri bilinmektedir. Aristoteles de Mossynoikler’in pirinç madeni çıkarıp işlediğinden bahsetmektedir; “Mossynoik Bronzunun ışıldayan parlaklıkta ve olağanüstü beyazlıkta olduğu anlatılmaktadır. Ama kalay değil, orada çıkan madenin özel bir türü bakırla ergitilerek karıştırılır. Anlatıldığına göre, bu bileşimin kaşifi sırrını kimseye vermemiştir. Bu nedenle bu ülkenin eski bronz (pirinç) ürünleri olağanüstü bir kalite gösterirler, daha sonra yapılanlarda ise artık bu kalite kalmamıştı.” Khalybler, Mossynoikler’in bir kolunu oluşturmaktaydılar ve geçimlerini madenlerde çalışarak sağlamaktaydılar. Bu da maden ticaretinin Mossynoikler’in kontrolünde olduğunu göstermektedir.
Doğu Karadeniz’in yerel halklarından Khalybler, Ksenophon’a göre Mossynoikler’in bir kolunu oluşturmaktaydılar ve kalabalık olmayan bir halktır. Khalybler’in Thermmodon’dan (Terme) Pharnekeia’nın (Giresun) karşısında bulunan Paryadros Dağları’na kadar olan yerde yaşadıkları bilinmektedir. Khalybler’in savaşçı olan ana grubuysa Bayburt, Erzurum, Gümüşhane hatta Erzincan- Otlukbeli ve Gümüşhane Dağları’nda dağınık şekilde yaşadıkları bilinmektedir. Birçok araştırmacının görüşlerine göre; M.Ö. 1200lerde Phryg- Thrak göçleri sonucunda Hitit İmparatorluğu’nun son bulmasıyla demir işçilerinin Kızılırmak’ta bulunan demir cevheri havzasına yerleşenlerdendir. Khalybler, Halys vadisinden kuzeydoğuya yönelip VI. Yüzyıldan itibaren demiri işleyerek üne kavuşmuşlardır. Bu ün, Grekler’in Doğu Karadeniz’e yönelmesini sağlamıştır. Antik çağ yazarları, Khalybler’in çelik ve demirin kaşifi olduğunu yada bu madenlerin ilk defa Khalyb halkı tarafından kullanıldığı, işlendiği görüşündeydiler. Demir madeni sayesinde farklı coğrafyalarla ticari ilişkiler kurarak maden ihracatı yapmışlardır. Bu halk, işledikleri demirden dolayı eski Grek dilinde “çelik” ve “demir” manasını taşıyan “Khalyps” veya “Khalybos” ismiyle anılmıştır. Khalybler’in bulundukları bölgede kıyı darlığı sebebiyle ziraata ve hayvancılığa yönelememişlerdir. Ancak bu kıyıda bulunan dağların demir, gümüş, bakır madenleriyle dolu olması Khalybler’in madencilikle uğraşmasını sağlamıştır. Madenciliğin yanı sıra denizcilikle de uğraşarak bulundukları bölgenin denizinde palamut ve yunus balığı avlayarak geçimlerini sağlamışlardır. Apollonios, Khalybler’in bulundukları bölgenin engebeli bir yapıda olduğunu ve tarım ile hayvancılıkla değil yalnızca madencilikle geçindiklerini belirtmektedir. Yine Doğu Karadeniz’de bulunan halklardan biri de Makronlardır. Bu halk Sanlar olarak da isimlendirilmiştir. Plinius, Makronlar’ın bölgesinde Makrokephaloi (Büyük Kafalılar) isimli vahşi bir ırkın olduğundan bahsetmiştir. Çeşitli kaynaklarda ise Makronlar’ın ve Makrokephaloi’nin aynı halk olduğu ifade edilmiştir. Makronlar bu ismi Yunanlardan almışlardır. Yunan dilinde Makron “uzun/iri” manasını taşımaktadır. Makronlar, Pharnakeia (Giresun) ile Trapezous’un (Trabzon) güneyinde yaşamışlardır. Bu halkın bölgesi, Skythenler’in memleketinden bir ırmakla ayrılmaktaydı ve bu ırmağın Harpassos (Çoruh Nehri) olduğu düşünülmektedir. Fakat Herodotos, Makronlar’ın Thermodon (Terme) ile Partheinos (Bartın) ırmakları arasında yaşadığını belirtmektedir. Makronlar’ın ekonomilerinin dayandığı unsurları en net yansıtan eser Ksenophon’nun Anabasis (Onbinlerin Dönüşü) eseridir. Eserde Makron halkının, sorgun ağacından kalkan ve mızrak yaptıklarından elbiselerini ise kıldan yaptıklarından belirtilmektedir. Makronlar, bölgeye gelen Ksenophon ile Yunan ordusuna erzak sağlamaları için pazar yeri kurmuşlardır. Doğu Karadeniz’de yaşayan halklardan biri de Kolkhlar’dır. Ksenophon, Trapezous’u Sinope’nin Kolkh bölgesinde kolonisi olan Grek kenti olduğunu belirtmiştir. Trapezous’un batı bölgesinde yer alan ve üç gün kadar uzaklıkta olan Pharnekia (Giresun) da Kolkh ülkesindeydi. Bu halkın; kentin çevresindeki düz alanlarda, ürün bolluğu olan köylerde yaşadıkları, ekonomilerinin ise hayvancılık ve bal üretimine dayandığı bilinmektedir.Bölgede var olan yerel halklardan olan Driller ise konum olarak hangi bölgede var oldukları bilinmemektedir. Ancak birçok araştırmacı ve antikçağ yazarları bu halkı, Düzköy, Tonya ya da Maçka bölgesinin batı kısmına yerleştirmişlerdir. Driller hakkında pek fazla bilgi bulunmamakla beraber savaşçı bir halk oldukları bilinmektedir. Ksenophon, Driller’in Grek ordusunun Dril bölgesinde ilerlemesine karşı bir ırmakla çevrili, ahşap kulelerle korunan, iç ve dış kalelerden oluşan, anakent olarak bahsedilen bölgeye çekildiklerini ve bu alanın etrafında ahşap evlerin olduğunu belirtmiştir. Pharnakia’nın (Giresun) güneyinde bulunan Tibarenler ise sakin ve neşeli bir halk olarak bilinmektedir. Tibarenler’in bölgesi Ksenophon’a göre düz ve deniz kenarıydı. Bu halk, Piraziz’in (Giresun) doğusunda denize ulaşan Pazar Suyu vadisiyle Turna Suyu badisi ve Vona Burnu’na kadar uzanan bölgede yaşamışlardır. Antik eserler, bu halkın ahşap kulelerde yaşadıklarını, vücutlarını dövme ile işaretlediklerini belirtmektedir. Yunan anakarasında meydana gelen iç kargaşalar, ekonomik çöküntüler, nüfus artışlarının meydana gelmesi, Lidya Krallığı’nın İon kent devletlerinin Anadolu’yla yaptığı ticarete set kurması gibi nedenler, M.Ö. 8. Yüzyılın ortalarında Yunan toplumunu Ege Denizi’ni aşarak elverişli topraklara yerleşmeye itmiştir. Eskiçağ literatüründe “Büyük Kolonizasyon Çağı” olarak nitelendirilen; Marmara, Karadeniz, Ege ile Akdeniz kıyılarında var olan koloniler M.Ö. 750- 550 yıllarında bir zaman dilimidir. Koloniler, var oldukları kentten uzak, denizaşırı yerlere yerleşmişlerdir. Geniş bir alana yayılan Eski Yunanların kurmuş olduğu koloniler, genellikle anakarayla ekonomik ve dinsel açıdan bağımlı siyasal ve toplumsal açıdan bağımsız birer kent- devlet niteliğindeydi. Bu sebeple hemen hemen her koloni kenti birer kent-devleti (polis) niteliği taşımaktaydı. Bu durumda her koloni kenti birer kent-devleti (polis) niteliğindeydi. Koloni kentten daha küçük yapıda ve ticari amaç güden emporion ise siyasi bir özerkliğe sahip değildi. Bu dönemde Anadolu’nun güney kıyısında oldukça az kolonilere rastlanmaktadır. Rhodos bölgesinden gelen Dorlar, Phaselis’i (Tekirova) Samoslular ise Nagidos (Bozyazı) ile Kelenderis’i (Aydıncık) kurmuştur. Büyük Kolonizasyon Çağı’nda yaşanan bu koloni hareketleri iki evreden oluşmaktadır. M.Ö. 750-650 arasında meydana gelen kolonizasyon hareketleri ilk evreyi oluşturmaktaydı ve bu dönemde sınırlı sayıda kent bulunmaktaydı. M.Ö. 650- 550’deki kolonizasyon döneminde daha fazla koloni görülmüştür. Ege’nin kuzeyinde yer alan Çanakkale, Trakya, Marmara ile Karadeniz’de çok fazla koloni- kente rastlanılmıştır. Özellikle İonlar; Thasos (Taşöz), Lampsakos (Lapseki), Kios (Gemlik) gibi bölgelerde koloni kurmaya başlamıştır. İlk olarak Çanakkale Boğazı ile Marmara sahillerine gelip yerleştikten sonra yönlerini Karadeniz’e çevirmişlerdir. Bu bölgelere gelen kolonistler, çoğunlukla çift limanı olan yarımadalara yerleşmişlerdir. Bu yüzden Marmara, Ege ile Karadeniz arasında bağlayıcı nitelik taşıdığı için oldukça önemli bir bölgeydi. Başta Miletoslular, boğazlardan geçip Karadeniz limanlarını kullanarak doğuyla bağlantı kurmaya çalışmıştır.
Karadeniz’de meydana gelen yerleşim faaliyetlerinin ilk aşaması keşif gruplarının bölgeye yaptığı gezilerle gerçekleşmiştir. Gelen bu gruplar bölgenin tarım, maden, canlı hayvan ticareti, zift, bal ve balmumu, balık gibi zenginliklerini keşfederek apoikia kurmaya başlamışlardır. Bu faaliyetler sonucunda Miletoslular Karadeniz bölgesinde Sinope (Sinop), Trapezous (Trabzon), Kerasos (Giresun), Amisos (Samsun) gibi yerlerde koloni- kent kurmuşlardır. Karadeniz, bu kurulan koloniler sayesinde zamanla gelişerek Pazar konumuna ulaşmıştır ve birçok tüccarın rotasını bölgeye çevirmesini sağlamıştır.
TİCARETİ YAPILAN ÜRÜNLER
Geçmişten günümüze değin Karadeniz bölgesinin en verimli işi balıkçılık, en verimli ürünü ise balıktır. Kolonizasyon döneminde de bu durumu keşfeden kolonistler, Karadeniz’in iç bölgelerine değin ilerleyerek ton, hamsi, yunus balığı, palamut gibi balıkları avlayıp denizaşırı ülkelere ticaretini yapmışlardır. Yapılan bu balıkçılık, zamanla iktisadi olarak standart bir güce kavuşmuştur. Strabon, Hesiodos gibi antik dönem yazarları balık avından ve balık işletmelerinden bahsetmektedir. Özellikle de palamudun Azak Denizi bataklığından Asya kıyılarına değin Trapezous (Trabzon) ile Kerasos’a (Giresun) kadar ulaştığını ve ilk önce burada avlandıkları bilinmektedir.
Yunanların Doğu Karadeniz’e yönelmesindeki en temel unsurlar arasında Altın Post Efsanesi ve “Khalybes Demiri” yer almaktadır. Bu bölge demir, altın, gümüş gibi madenler açısından oldukça zengin bir araziye sahiptir. Trapezous (Trabzon) ile Kerasos’da (Giresun) yer alan Harşit Çayı ve Doğu Karadeniz Dağları demir, kurşun, bakır gibi madenler açısından oldukça elverişli bir sahaya sahiptir. Kolonizasyon döneminde bu madenler çıkarılıp nişlenerek birçok bölgeye gemiler vasıtasıyla götürülmüştür. Doğu Karadeniz’in dağlık bölgesinde bal üretimi yapıldığı bilinmektedir. Bu alanda en verimli bölge Moshika Dağları’ydı. Burada deli bal ve bal mumu bulunmaktaydı. Thermodon Nehri’nin çevresinde iki tür arı yaşamaktaydı. Biri ağaç kovuklarında bal yapar bir diğeri ise çamurdan üç katlı peteğe bal yapmaktadır. Bu ballardan Ksenophon, Strabon ve Plinius gibi yazarların da bahsettiği görülmektedir. Plinius,, bu balın “maenomenon” (delirten- çıldırtan) olarak adlandırıldığın ve arıların zakkum çiçeğinin zehirli kısmından yaptığından bahsetmektedir. Balmumu da Grekler’in ticaretini yaptığı ürünler arasındadır. En kaliteli balmumu üreticisi Kartaca’dan sonra Pontos’tur.
Yunan kolonilerinin ticaretini yaptığı ürünler arasında fındık da bulunmaktadır. Herodotos, Historia eserinde Karadeniz fındığından bahsetmektedir. Eserde, İskitler’in bu fındığı ürettiğine ve bu fındığı yağını çıkarıp bir bezin içinde özdükten sonra süzerek sütle karıştırılıp içtiklerine kalan tortuyla çörek yaptıklarına değinmiştir. Arkeolojik araştırmalardan hareketle günümüzde British Museum koleksiyonunda bulunan ve Amasra’da keşfedilen damgalı amforalarla taşınan ürünler arasında fındığın da olduğu tespit edilmiştir. Karadeniz fındığının bu dönemde bazen atıştırmalık olarak bazen de balık, et ve deniz ürünleriyle birlikte tüketildiği bilinmektedir.
Tarihi veriler, Kuzey Karadeniz’e gelen Yunanların İskitlerden ihraç ettikleri tahıllar vasıtasıyla geçindiklerini ifade etmektedir. Grek anakarasında meydana gelen nüfus artışı ve M.Ö. VI. Yy ortalarında yağ üretimi ile üzümcülüğün artması tahıl ihtiyacını karşılayamaz hale getirmiştir. Bu durum Karadeniz tahılından yararlanabilme fırsatını doğurmuştur. Güney Karadeniz, kuzeye nazaran hububat olarak oldukça fakirdi. Bu yüzden de güneyde yer alan koloni kentler hububat ihtiyacını kuzeyden temin edip kendilerine, Hellas’a, Hellas’tan da başka bölgelere ihraç etmişlerdir.
Kolonilerin ticaretini yaptığı en önemli ürünlerden kereste, Amisos, Sinope, Trapezous, Kerasos gibi bölgelerde mevcuttu. Kereste, gemi inşası, mobilya ve ev yapımında tercih edilmekteydi. Bu yüzden kolonizasyon grupları, Karadeniz’in gür ormanlarından yararlanmışlardır. Strabon, Sinope bölgesinde var olan keresteden gemi yapımı için olağanüstü elverişli ve kolayca ihraç edilebilecek olduğundan bahsetmiştir. Phasis (Rioni) bölgesinde yelken yapımında kullanılan kenevir, gemi tahtalarının korunması için zift ve balmumu üretimi yapılmaktaydı bu yüzden kolonizasyon grupları için önemli bir ticaret merkeziydi.
Kaynaklarda, M.Ö. VIII. Yüzyılın sonuna kadar Karadeniz’de kölelik ve köle ticaretine ilişkin bir belirtiye rastlanılmamıştır. Bu dönemde kölelik adam kaçırma, savaş esirleri, fidye gibi unsurlar dahilinde gerçekleşmiştir. M.Ö. VII. Yyda ise yazılı kaynaklarda Karadeniz’de yapılan köle ticaretine rastlanılmıştır. Kolkhis, Amisos, Berezan, Sinope gibi bölgeler de köle ticaretinin önemli merkezlerindendi. Karadeniz bölgesinden alınan köleler Chois Adası’na (Sakız Adası) götürülmüştür. Strabon, Polybius, Ksenophon gibi yazarlar da köle ticaretine ilişkin bilgiler vermektedir. Karadeniz’den ithal edilen ürünlerden olan tuz için bu dönemde kölelik yapıldığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Polloux, Trak bölgesinde yaşayanların tuz için çocuklarını köle verdiğinden bahsetmektedir.
Yazılı kaynaklardan da edilen bilgilerle Karadeniz, kölelik, köle ticareti bilhassa köle pazarı için önemli bir bölgedir. Bu dönemde kıyı Karadeniz’de yaşayan halklar, kolonizasyon grupları için oldukça güçlü bir köle kaynağıydı. Antik çağ yazarlarının verdiği bilgilerden anlaşıldığı kadarıyla bu halkların kolonizasyon gruplarınca köleleştirildiği bilinmektedir. Kolonizasyon çağı öncesinde Karadeniz bölgesiyle alakalı bilgiler içeren eserlerde köle ticareti ve kölelik üzerine bilgiler mevcut değildir. Bu sebeple de kolonizasyonlar bölgede bulunmadan önce bölgenin yerel halkı köle ticaretiyle ilgilenmemiştir. Zamanla bölgede yerini alan köle ticareti, kolonizasyon çağından sonra da yerini koruyarak Roma İmparatorluğu döneminde de alternatif ticaret kolu olarak kullanıldığı bilinmektedir. Doğu Karadeniz bölgesinden elde edilen bu ürünler limanlar sayesinde farklı bölgelere ulaştırılmıştır. Bu bölgenin en önemli limanlarından olan Trapezous limanı, Maikop ile Transkafkasya’dan gelen bakır ve demir nakli için kullanılmaktaydı. Trapezous, konum olarak doğu ile güneyden gelen iki ticaret yolunun sonundaydı. Bu sebeple oldukça önemli bir yere sahipti. Birinci yol, Hindistan’dan başlayarak Afganistan, güneybatı İran ile Kafkaslar üzerinden Trapezous’a kadar ulaşan yoldur. İkinci yol Tigris (Dicle) ile Euphrates’i (Fırat) izleyerek başta Erzurum’a sonra da Zigana Geçidi’nden Trapezous Limanı’na ulaşan yoldur. Ksenophon, Onbinlerin Dönüşü (Anabasis) eserinde Trapezous bölgesinin ticaret ve savaş gemilerini barındırdığını belirtmiştir. Bu bölgede bulunan kereste, balık, düzlük bölgelerde bulunan buğday, arpa, tahıl vb., dağlık bölgelerde bulunan üzüm gibi ürünler, Trapezous Limanı’nda toplanıp farklı bölgelere götürülmüştür. Trapezous, bu ihraç karşılığında da Ege Dünyası’ndan zeytinyağı, şarap gibi ürünler ithal edilmiştir. Bölgenin önemli limanlarından biri de Pharnakia- Kerasos (Giresun) Limanı’dır. Kerasos bölgesinde meyve, sebze, tahıl gibi ürünlerin yanı sıra ceresia (kiraz) yetiştirilmekteydi ve kirazın Kerasos’tan farklı bölgelere ithalatı yapılarak yayıldığı düşünülmektedir. Kerasos, dağlık bir bölgeydi ve sahil kesimi dardı. Bölgede kereste ve balık üretiminin yanı sıra Argyria’dan (Halkalı) çıkarılan gümüş, Tripolis (Tirebolu) bölgesinden elde edilen bakır, bölgede bulunan Khalybes demiri Pharnakia Limanı’ndan Ege’ye ihraç edilmiştir. Doğu Karadeniz’de bulunan Athenai (Pazar/Rize), Boon (Perşembe Limanı), Hysos Limanı (Araklıçarşı/ Sürmene) gibi irili ufaklı limanlar ise gemilerinin pek fazla uğrak noktası olmamakla birlikte yerel ticaret ve balıkçılıkta bölgenin ekonomisine katkı sağlamıştır.