Modern kavramı Fransızca’dan dilimize geçen ve genellikle bir şeyin “yeni” ya da “güncel olduğunu ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Çoğu zaman belli bir sosyal ve sanatsal akım olan Çağdaş ve Çağdaşlık (muasırlık) gibi ifadelerle karıştırılır. Sözcük ilk olarak 16. yüzyılda kullanılmıştır. Kavramın sanatsal kullanım alanı 19. yüzyıla dayanmaktadır. Dünyada yaşanan gelişmeler, modernitenin yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Aydınlanma düşüncesi ile birlikte gelen hümanizm, eşitlik, özgürlük, pozitif özgür düşünce, laiklik, demokrasi gibi kavramlar dünyada yeni bir dönemin başlangıcı olmuş, Fransız İhtilali ve Sanayi İnkılabı ile bambaşka bir konjonktürde gelişme göstermiştir. Bu bağlamda batı, kilise etkisinden kurtularak, doğunun yardımı ile eski öğretilerine geri dönmüş ve yepyeni bir dünya yapısı ortaya koymuştur. Yaşanan I. Dünya Savaşı artık dünya dengelerinin veya devlet yapılarının bir daha asla aynı olmayacağını ortaya koymuştu ancak II. Dünya Savaşı ile bu teori gerçeklik kazandı. II. Dünya Savaşı’nın ardından yıkılmaz görünen Avrupa yıkılmış ve dünya iki kutuplu düzene doğru itilmişti. Bu iki kutuplu düzenin iki öznesi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’ydi.
Dünyada artık sömürge altında yaşayan devlet algısı yıkılmakla birlikte bambaşka bir sistemin içine giriliyordu. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği dünyada sağlamak istedikleri otoriteyi Soğuk Savaş olarak anılacak dönemde yürürlüğe koymuşlardı. Bu ortamda Amerika, liberal söylemin ve demokratik değerlerin, Sovyet Rusya ise sosyalist ideolojinin yaygınlaştırılması politikasından hareket etmiştir. Söz konusu politikaların çakıştıkları noktalar ise, potansiyel çatışma alanları olarak tarihe geçmişlerdi. II. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden dolaylı olarak kendisini koruyabilen genç Türkiye Cumhuriyeti, savaş sırasında ve sonrasında yaşanan dönem itibariyle geçmiş öğretileriyle hareket etmiştir. Rusya’nın ezelden beri sıcak denizlere inmek istediğini bilen Türkiye, Sovyetler Birliği’nin komünist politikasına karşılık, savaş sonrası ABD dış politikasının önemli bir konusu olan dış yardımları kabul ederek Truman Doktrini ve Marshall Planı sayesinde NATO’ya girmiş, bu sayede ABD’nin Orta Doğu Politikası kapsamında önemli bir kilit rol oynamıştı.
Türk toplumu için sözü edilen modernleşme Tanzimat Fermanı ile başlamış ardından Yeni Osmanlılar, Jön Türkler ve Jön Türklerle birlikte hareket eden İttihat ve Terakki yönetimiyle devam etmiş, ardından Mustafa Kemal Paşa’nın gerçekleştirdiği Milli Mücadele ile taçlanmış, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması ile 29 Ekim 1923’te cumhuriyet ilan edilmiş ve Kemalist ideoloji ‘’Altı Ok’’ fikri ile bütünleştirilmiştir. Bu ideoloji dünyadaki aydınlanma döneminin kilit noktalarını kendisine örnek alarak Türk toplumunda her anlamda bir modernleşme hedeflemiştir. Bu kapsamda ‘’çağdaş bir ulus yaratma’’ ideolojisi doğrultusunda tüm kültür ögeleri ve kültür kurumlarının yeniden yapılanması hedeflenmiştir. Halk evlerinin açılması, yeni okullar, üniversiteler ve fakülteler açılması, cumhuriyetin hedefi doğrultusunda kadınların sosyal hayata bütünsel bir geçiş yapması gibi gelişmeler, Türkiye’de de modernleşmenin başlangıcı olmuştur. Elbette ki bu modernleşme sürecinin içerisinde temel etki yabancılaşma etkisi olarak karşımıza çıkar. Modernitenin belirleyici kavramının yabancılaşma olduğunu asla unutmamak gerekir. Yabancılaşma sadece ekonomik bir kavram olarak görülmemelidir. Tersine yabancılaşma, modernitenin her alandaki iç sorununu ortaya çıkaran en önemli kavramdır. 1980’li yıllara kadar ki süreçte ilk defa Burjuvazi, Türkiye’de devletten kopmuş ve belirli ölçüde bir özerklik kazanmıştır. Ve bu burjuvazi kendisine özgü bir kültür anlayışı devreye sokmuştur. Bu noktada modernite geleneği değil, yine gelenek moderniteyi belirlemeye başlamış ve Türkiye yeni bir döneme girmiştir. Türkiye gelenekselden moderne geçmekten çok, modernden geleneğe geçme yolunda eğilim göstermiştir. Özellikle 1980’li yıllarda dinin gündelik hayata yeniden dönüşü Batı siyasal pratiği içinde başlı başına bir olgudur. Siyasal düşünceyle sınırlı toplumsal düşünceyi de derinden etkileyen bir gerçekliktir.
Yaşanan tüm bu süreçler kafa karıştırıcı dursa da özellikle tek partili dönemden çok partili döneme geçiş ve Demokrat Parti iktidarının ‘’ Yeter, söz milletindir!’’ sloganı ile yönetime gelip; sanayileşme ve dış yardımların etkisiyle iş istihdamı sağlamak amacıyla köyden kente yönelik göçün ve göçlerin sonuçlarının Türk modernleşmesi ile bütünsel bir ilişkisi vardır. Bu oluşum, bütün öteki koşullarının yanı sıra Türkiye toplumunun sivilleşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kendisine özgü bir dil, kendisine özgü bir mimari, bir yaratma biçimi meydana getirmiştir. Bununla birlikte popüler kültür tamamen kendi haline bırakılmıştır. Bu, popüler kültürün demokratikleşme niteliğini hızla ve tam tersi doğrultuda yitiren bir unsur haline gelmesine neden olmuştur. Türk kimliği kavramının yeni bir anlam, içerik ve nitelik kazanacağı da oldukça açıktır.
Gözde İrem ZOR
Kaynakça:
Hasan Hasanov, ‘’Postmodernite İle Modernite Arasında Türkiye’’.
Kıvanç Osma, ‘’ Erken Cumhuriyet Dönemi Kültür ve Sanat Ortamı’’.
Ionna Kuçuradi, “The Idea of Development, Its Past and Its Present”, TheIdea of Development, Between Its Past and Future içinde. Der., Ionna Kuçuradi, IFPS Pr. Ankara, 1993.
J. M. Roberts, ‘’The Penguin History of The World’’, Penguin Books, New York, 6. bsk., 1992.
Fuat Ercan, ‘’Gelişme Yazını Açısından Modernizm, Kapitalizmve Azgelişmişlik’’, Sarmal Yay., İstanbul, 1996.
Fahrettin Altun, ‘’Modernleşme Kuramı ve Gelişme Sorunu’’.
H., Kemal, Karpat, ‘’ Türk Demokrasi Tarihi’’, Alfa Yayınları, İstanbul, 1996.
Suat Burak, ‘’Cumhuriyet’in İlanından Sonra Türkiye’de İnkılap Algısı’’ Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Dergisi/Journal of International Relations and DiplomacyCilt/Volume: 1 Sayı/Issue:1 Ekim/October 2018.