Türk Mitolojisine göre evren ve insanın yaradılışına bakarsak, bir şeyi hatırlamamızda fayda vardır. Türkler farklı farklı topluluklardan oluşmuştur ve bu toplulukların bir çoğunun kendine göre varoluş efsanesi vardır ama bunlar temelde birbirlerine çok benzer hususları içeriyor. Türk Mitolojisine göre yaratılış efsaneleri üçe ayrılıyor. Bunlar;
Evrenin yaratılışı, insanın yaratılışı, kavimlerin oluşumudur.
Dünyanın ve evrenin yaratılışına ilişkin tespit edilmiş olan mitler, genellikle 18. Yüzyıldan sonra bilim insanlarının yapmış oldukları değerlendirmelere dayanmaktadır. Bilim insanların daha çok Altay bölgesinde çalışmalar yapmışlardır. Doğal olarak yaratılış kitleri ile ilgili ilk olarak Altay mitleri akıllara gelmektedir. Burada da temel motif hiçbir şey yokken suyun olması ve yaratılışın sularla bağlantılı olarak geliştiği yönündedir. Yaradılışı gerçekleştiren ise en yüksek Tanrı’dır. En yüksek Tanrıyı bizler geç dönemde isim olarak Ülgen ismi ile görüyoruz. Tanrı Ülgen vasıtasıyla önce yerin sonra insanların ve toplumların yaratıldığını görüyoruz. Mitolojiye göre yerin yaratılışı şu şekilde olmuştur;
Tanrı Ülgen, daha sonra şeytan diyeceğimiz Erlik ile kuş formunda uçsuz bucaksız suların üzerinde uçarken yorulurlar ve konmak için bir yer lazımdır fakat sudan başka bir şey yoktur. Bunun üzerine Ülgen’in emri ile önce sudan bir taş çıkıyor. Ülgen ve Erlik taşın üzerine yerleştikten sonra da yeri yaratmayı düşünüyor. Bu düşünceden sonra Ülgen, Erlik’e suyun altına dalıp toprak getirmesini söylüyor. Erlik suya dalıp toprak çıkarıyor ve Ülgen o topraktan katı yeri yaratıyor. Fakat üzerindeki şekilleri yaratmak için biraz daha toprağa ihtiyacı vardı bu yüzden Erlik bir daha suya dalar, toprağı getirirken bir kısmını bende bir şey yaratırım düşüncesi ile ağzında saklar. Yeryüzüne çıktıktan sonra Tanrıya toprağı verir ve Tanrı yaratmaya devam eder. Bu sırada Erlik’in ağzında topladığı toprak çoğalmaya başlayınca daha fazla tutamaz ve tükürür. Tanrı bunu gördükten sonra ona kızmaya başlar. Dolayısıyla ilk yaratılışın da böyle olduğu düşünülür.
Türk Mitolojisinin temeline bakarsak, söz konusu olan uçsuz bucaksız su aslında hemen hemen tüm mitolojilerde vardır. Dünya yaratılmadan önce her yerin su olduğu Hint Mitolojisinde, Sümer Mitolojisinde ve Kızıldereli mitlerinde de vardır. Dolayısıyla bir kozmik okyanus fikri oluşuyor. Aslında Türk mitlerindeki bu uçsuz bucaksız su, kozmik okyanus fikrinin bir yansımasıdır. Çeşitli eski mitlerde de görüyoruz ki bu yerin, suyun üzerinde duracak şekilde yaratılması gerekiyordu. Çünkü dünya yaratıldığında onu kaldıracak bir şey yoksa suyun içine batar. Dolayısıyla mitlerde buna uygun görülen şey, dünyanın dev bir hayvanın sırtında olmasıdır. Bu hayvan genelde kaplumbağadır. Hint bölgesinde ise yılandır. Tam İslam’a geçiş aşamalarında bir kısım Türklerde öküzün boynuzları üzerinde durduğu söyleniyordu. Altay Türklerinde de bu inanış daha çok balık üzerinedir.
İnsanın yaratılışına gelirsek, mitlerde birkaç şekle denk geliyoruz. Birincisi, insanın gökte bir ağaç ile ilişkili olarak yaratıldığı, sonra oradan yasak meyveyi yemek suretiyle yeryüzüne gönderildiğidir. Bunun dışında topraktan veya balçıktan yaratıldığına dair mit örnekleri de vardır. Bazı yerlerde ise insanı bir taş heykel gibi taş suretinde yarattığı daha sonra yaşam verdiği yazmaktadır.
Tüm bunlardan sonra dünya üzerinde insan yaşamının çoğalmaya başladığı daha sonra gruplaşan insanların kendilerine uygun bir yaşam yeri seçip orayı kendilerine ait olarak sahiplendiği ve burada yaşayıp çoğalmaya başladıkça kavimlerin ortaya çıktığı yazmaktadır.