Yer, Toprak ve Gök. Türk kültürü, edebiyatı ve tarihini etkileyen başat faktörlerdendir. Bu faktörler, Türk halkının geçmişten bugüne yaşantısının doğrudan veya dolaylı olarak içinde bulunmuştur. Bu konu üzerine yazılmış eserler ve makalelerden yola çıkarak Toprak ile Yer kavramının farkını Prof. Dr. Bahaeddin Ögel’in de bilgisi ışığında şöyle açıklayalım:
Toprak, topuğumuzla bastığımız ve ayaklarımıza temas eden varlıktır ve birçok milletlerin lisanında farklı olarak algılanmıştır. Bunun nedeni ise milletlerin bulunduğu bölgelerdeki toprağın rengidir. Toprak kahverengi, kızıl hatta sarıya çalabilir. Toprak rengi, eski Uygur Türkçesinde siyaha yakın koyu kahverengi renk için kullanılmıştır. “Kahverengi” diye tanımladığımız rengin çıkış noktası ise atların sahip olduğu renk ile alakalıdır. At üstünde yaşayan bir millet olan Türkler için kahverengi yaşam tarzlarında sıklıkla kullanılan atların tüylerinin rengine denk gelen kavram olarak lisanda yer bulmuştur.
Yer sözcüğünün anlamı ise Türkler için daha mânalı ve engindir. Gök ile karşılıklı olduğu için “Yer” kavramına daha derin anlamlar yüklemek gereklidir.
Gök ile kastedilen Gök Tanrı, yani maviliğin içinde sonsuzluğun kendisidir. Bu sonsuzluğa ve enginliğe Türklerin yüklediği kavram tabii ki de ilahidir.
Yazımızın ana kısmında Türk edebiyatını ve geçmişten bugüne hayatını şekillendiren unsurların başlangıcı olan Göktürk Yazıtları`na baktığımızda, karşımıza çıkan kavram ve sözcüklere aslında ne kadar derin anlamlar yüklendiği gözler önündedir. Atalarımızın dil kullanımında düşünce unsurlarının ne kadar fazla olduğunu ancak bu tip tahlillerle anlayabiliriz.
“Üze Kök Tengri, asra Yagız Yer kılındıkta, ikin ara kişioglı kılınmış.” Burada belirtilen ifadeye göre insanoğlunun bu karşılıklı bulunan iki kavramın arasında bir yapıcı ve birleştirici olarak yaratıldığı kanısına varabiliriz. Dahası “asra Yagız Yer” denirken yalnızca “aşağıdaki yağız yer”i kastetmek istenmemiştir. Burada Gök Tanrı`nın varlığı belirtilerek onun yarattığı ve bizim bugün kullandığımız “dünya” kavramına verdiğimiz ilk isim ortaya çıkmaktadır. Türklerin ilk yazılı eseri olan bu yazıtlarda bahsi geçen kavramlara rastlanmasının bize düşündüreceği şey; “Acaba Göktürk dönemi öncesi ve sonrası yer, gök ve insan ilişkisi Türk halkı için neleri getirmiştir?” olmalıdır.
“Yer” kavramı ve evrenin yaratılışından Karahanlı metinlerinden Kutadgu Bilig’de şöyle bahsedilir:
“Yagız yer, yaşıl kök, kün ay birle tün
Törüttü halayık, öd, ödlek kün!”
Yani günümüz Türkçesi ile:-
“Yağız yerle mavi(?) göğü, ayla birlikte geceyi,
O yarattı canlılarla zamanı ve ölümlü bugünü!”
Burada “Yaşıl” renginin eski Türkçe’de sık sık kök “mavi” için kullanıldığını belirtmekte fayda vardır. Bu metinde anlatılmak istenen günün ölümlü olduğudur. “Öd” kavramına dikkat çekmek gerekirse gerçek ve sürekli zaman manasına gelen bu kelimenin, ataların burada kullanma amaçlarının bu zamanın ancak öbür dünyada olacağını düşündüklerinden söylemiş olmaları muhtemeldir. Ölümlü olduğu söylenirken “öd” kavramı vurgulanır. Yani Türklerde gerçek ve sürekli zamanın öbür dünyada olacağına dikkat çekilmek istenmiştir.
Yeryüzü ve yeraltı kavramları da Harezmşahlar devrinden beri bugün yine anlatmak istediklerimizle aynıdır. “Renk olarak Yağız” söyleyişini açıklamak istersek de Kaşgarlı Mahmut’un “Bu renk siyah ile kızıl arasında bir renktir, buna benzetilerek yeryüzüne de yağız denmiştir.” şeklindeki açıklamasına bakarak toprağın renginin anlatıldığını görürüz. Aynı zamanda Uygur Türkçesi metinlerde sıklıkla geçen “Kara Yağız At” ile esmere çalan bir rengin varlığından söz edebiliriz.
Toprak kavramının önemine bu dönemden günümüze kadar baktığımızda, insanları ve hayvanları besleyen ve yaşamasını sağlayan bu varlığın korunması, genişletilmesi uğruna canlar feda edilmiştir.
Anadolu’da artık çoğunlukla yerleşik bir yaşam tarzına geçen Türkler için “Yer ve Toprak” algısında değişimleri görmeye başlıyoruz. (Değişimlerin başlangıcını Maniheizm ve Budizm etkisinde kalan, yerleşik hayatı destekleyen Türk toplumlarında aramak da yerindedir) Bu değişimleri artık yazılı metinlerimizin çoğalmasıyla edebiyatımızda rahatça görebiliriz.
Anadolu edebiyatında, “Yer”in Diyarbakırlı Şerifi’nin şiirinde “yükseltmek, perişanlıktan kurtarmak” anlamıyla kullandığını görüyoruz. Şerifi, bu şiiri Memlûk hükümdarı Kansu Gavri’ye sunmuş ve ödüllendirilmiştir. Şiir Diyarbakır Türkmen dili ile yazılmış olup dizeleri şöyledir:
“Dedi ger düşmanı ele getürem,
Sizi Tanrı bilir, yerden götürem!”
Yine 1392 yılında bir Arapça tarihi Türkçe’ye tercüme eden Erzurumlu Türk, eserinde “kafiri yere yamadı”, “yerle bir etmek” deyimi de düşmanın nasıl yere yamyassı edildiğini anlatır.
“Dünyanın bir parçası olarak yer” kavramı bir memleket veyahut da bir ülkeden bahsederken Anadolu’da Türk yerleşmesinin başından bugüne kadar hala günlük yaşamda kullanılır. Örneğin:
“Mısır yeri, Urum yeri, ata yeri, Türk ıduk yeri”
Anadolu Türklerinin yer kavramını kullanımına baktığımızda daha çok bir bölgeyi veya bir milletin bulunduğu konumu belirtmek için kullanıldığını görürüz. Yer = Yurt algısı daha da oturmaya başlamış olup bununla alakalı atasözleri de söylenmiştir. Günümüze halen daha bu anlam oldukça yaygındır.
Türk Milletinin Oluşumunun Kaynakları: Yer ve Su
Eski Türkler kendilerinin yaşamasını sağlayan kaynağın yer-su ikilisinin olduğunu çok iyi biliyordu. gök bunların dışında kalarak daha ilahi bir kavrama kavuşmuştu. Türk obalarını, hayvanlarını doyuran ve besleyen şey yerin ve suyun ta kendisi idi. Göktürk yazıtlarında Gök Tanrı`nın Türklere hayat vermesi için bahşettiği şeyler şu sözler ile anlatılmıştır:
“Türk Tengrisi
Türk iduk yeri subı, ança timiş,
Türk budun yok bolmazun tiyin…”
“Türk Tanrısı ile, Türklerin kutlu yer-suyu şöyle demişler: Türk budunu yok olmasın diye…”
Türklerin bilinen ilk edebi metinleri olan Orhun Yazıtlarında budunun yaşaması Tanrının Türklere verdiği yer-su ikilisine bağlanmıştır.
Hiç şüpheye kapılmadan göğün çok daha mukaddes olduğunu kabul edebiliriz. Ancak insanlar burada kendilerine daha yakın olan yeri ve yurdu hakkında yorum yapmıştır.
Türklerde “yerden göğe doğru konuşmak” da aynı şekilde yaygın bir kullanımdır. Viyana kuşatmalarına katılan Aşık Hasan’ın iki dizesi aşağıdaki gibidir:
“Yerlerin ve göklerin binasın düzen,
Ak üstünde kara yazılar yazan…”
Bu örnekle alakalı olarak Azmi Baba’nın da şu mısraları ilgi çekiyor:
“Sana yerden gökten büyük nasihat,
Gördüğün ört, görmediğin söyleme…”
Gök ve Yer`in, Devlet Düzeni ile İlişkisi
“Tengri yer bulgakın üçün yagı boldu”
Yani: “Gök ve yer karıştığı için düşman oldu.”
Sözüyle yer, gök, doğa düzeni ile devlet düzeni arasında ilişki kurulmak istenmiştir. İnsanlar devlet düzeninin bozulmasını yer ve göğün bulanmasına yorumluyorlardı. Eski Türk düşüncesine göre “Yer, gök, tabiat ve devletin kendi iç düzeni” insanın ilişkilerini düzenleyen iki büyük güç idi.
Daha sonradan kurulan Uygur Devleti`nde ise isyan çıkarıp devlet düzenini bozanlar, yerin ve göğün buyruğu üzerine Hakan tarafından cezalandırmıştır. Buradan gök ve yerin bir düzen içinde yaratıldığı ve bu düzeni sağlayacak yegane kişinin de tanrının kut verdiği Hakan olduğu kanısına varmak zor değildir. Nitekim bu cezalandırılmaların yapılmasının nedeni yerin ve göğün düzeninin tekrardan sağlanmasıdır.
Her şeyi özetleyecek olursak Türk dilinin, düşünce yapısının, edebiyatının ve kültürünün oluşmasında büyük bir rol oynayan “yer, toprak ve gök” yani tabiat ilişkisi hiç şüphe yok ki bu milletin bağlandığı şeyler olduğunun ve insanlarının tabiatla ne kadar iç içe olduğunun göstergesidir. Türkistan’dan Anadolu’ya kadar getirilen miras hala daha Türkmen köylerinde toprağa ve doğaya olan saygı ile yaşamaktadır. Yerin ve göğün düzenini bozmamak aynı zamanda doğaya zarar vermeden yaşamak bizim düşünce dünyamızda büyük yer kaplamaktadır.
Halk ozanlarımızdan Aşık Veysel’in dizeleri gibi,
“Benim sadık yârim kara topraktır.”
Batuğhan TATAR