İnsanın diğer canlı türlerinden nasıl ayrıldığı, diğerlerine benzemeyen niteliklerinin neler olduğu uzun yıllar boyunca farklı disiplinler tarafından tartışılmış ve cevap bulunmaya çalışılmıştır. Kültürle ilgili tartışmalarda, insanın biricik kültür üreticisi olduğu söylenebilir. Bu durum, karmaşık sinir sistemine sahip oluşunun doğal sonucu olan ‘kendi varlığı üzerine düşünebilme’ yetisini insana kazandırmıştır. Bu düşünme yetisinin sonucu olarak kültür, simge üretme etkinliği olarak karşımıza çıkar.
Doğayı olduğu gibi kabul etmek yerine onu dönüştürme düşüncesi ve arzusu yalnızca insana aittir ve bu arzu kültür aracılığıyla geçmişten günümüze ve geleceğe aktarılır. Dünyanın tarihsel gelişimi dört buçuk milyar yıl öncesine dayanmaktadır, bu veriler ışığında insanın gelişimi oldukça yenidir, günümüzdeki insanların ataları olarak bilinen Homo Sapiens bile ataları olan Hominidler ve Neandertaller’den ancak 300.000 yıl kadar önce ayrışmıştır. Dünya’nın bir sakini olan insanlar bu günlere gelebilmek için çok büyük bir varoluş mücadelesi vermişler aynı zamanda da pek çok savaşı atlatmışlardır. Uygarlık adını verdiğimiz üst düzey ve karmaşık yaşam örgütlenmelerinin ortaya çıkışı ise yalnızca 5000 yıllık bir süreci kapsamaktadır.
Türkçe’de uygarlık olarak tanımladığımız insan toplulukları örgütlenmesi, Avrupa dillerinin birçoğunda civilisation sözcüğüyle karşılanır. Bu ise, “kent” anlamına gelen Latince “Civitas” kavramından türemiştir. Nitekim aynı kavram Arapça’da Medeniyet ve Medine ( genel anlamda kent hem de şu an Suudi Arabistan sınırları içinde bulunan Medine kenti) ilişkisinde açıkça görülür. Bu durumda insanın yaşam biçiminin belli bir süreklilik, örgütlülük ve karmaşıklık arz ettiği durum olan uygarlığın, öncelikle ve belirleyici olarak, kent tipi bir yerleşmenin ortaya çıkışıyla yakından ilgisi olduğunu ifade edebiliriz. Tarım devrimi ile birlikte ‘’ artı ürün’’ oluşmuş ve bu oluşum kent dediğimiz yapıları ortaya çıkmıştır. Kentler; avcı-toplayıcı ya da hayvancılıkla geçinen toplulukların yeri değildir. Kent yaşamı, belli bir yerde sabit kalmayı gerektiren üretim ilişkilerine bağlıdır. Düzenli tarım, istikrarlı ticaret ve daha sonraki aşamalarda sanayi, kentin varlık nedeni olmuştur. Bu tür üretimler, toplumun düzen ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Bu noktada yazının Mezopotamya’da bulunması bir tesadüf değildir, yazının icadı, insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Çünkü dönemin kültürel faaliyetleri, duvar kabartmaları ya da kil tabletlerle gelecekteki kuşaklara aktarılmıştır.
Her ne kadar kültürün üretimi ve birikimi kent yaşamı ve yazının ortaya çıkışıyla belirgin hale gelmişse de kültür kavramının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bu durum insanın doğayı dönüştürme gücüyle ilgilidir bu dönüştürme durumu bir kültür birikimini ortaya çıkarmıştır. Bu yönelim, insanı önce büyüye, sonra dine, son aşamada da bilime götürmüştür, sanat ise ortaya bir simge taşıma etkinliğini doğurmuştur. Bu durum insanın sahip olduğu zeka ile ilgilidir, zeka sayesinde simge üretme etkinliği gerçekleşir soyutlamalar aracılığıyla (örneğin resim, müzik, dil, yazı) insanlık belleğine aktarılırlar. Zaten bu sayede bir insanlıktan bahsetmek mümkün olabilir.
İnsanın simge üretme nedenlerinin başında, kendi varlığının farkında olması gelmektedir. Bunun anlamı, insanın, kendisini ‘kendisini düşünen’ bir canlı olarak düşünebilmesidir. İnsan kendi varlığı adına düşünebildiği an ölümü de düşünmeye başlar ve ölüm insan için başlı başına korkutucu bir duygudur o halde bir sonraki aşama olan ölümsüzlük arayışına yönelir. Fiziksel yasalarla ölümsüzlüğün bulanamayacağı anlaşıldığı noktada da maddesel ölümsüzlük yollarına yönelir.
Paleolitik Çağ’da mağaralara duvar resimleri yapmaktan, Antik Çağ’da devasa anıt ya da tapınaklar inşa etmeye, siyasi fikirlerini bir kitapta toplamaktan sevgilisinin adını bir ağaç gövdesine kazımaya kadar her insan eylemi, aslında bir ölümlülüğe direnme çabasıdır. Bu konu hakkında Aydınlanma Çağı’nın en önemli düşünürlerinden biri olan René Descartes, ‘’cogito ergo sum’’ , ‘’ Düşünüyorum, öyleyse varım’’ diyerek kendi üzerine düşünebilme yeteneğini ortaya koymuştur.
(René Descartes)
İnançlardan, teknolojiye kadar geçen süreçte kültür soyuttan somuta doğru bir yolculuk yaşamıştır. Bu noktada somut şeyler birer simgeye dönüşmüştür. Simgeler, yalnızca temsil etme işlevini yüklenmezler; aynı zamanda gizem yaratırlar. Böylece kültür aynı zamanda içinde bir gizem taşır ve bu gizem insanoğlu tarafından merak edilir, çözümlenemedikçe de kültür birikimi olarak nesilden nesile aktarılır.
Gözde İrem Zor
Bibliyografya:
Bauman, Z. , ‘’Küreselleşme ve Toplumsal Sonuçları’’ İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2006.
Simmel, G. ,“The metropolis and Mental Life”, Classic Essays on the Culture of Cities. New York: Meredith Corporation, (1969).
Zernan, John, ‘’ Gelecekteki İlkel’’ , Kaos Yayınları.
Şenel, Alaeddin, ‘’ Siyasal Düşünceler Tarihi’’, Bilim ve Sanat Yayınları.