Kaynağını doğadan alan tiyatro, aslında “bilinçli şizofrenler okulu”dur. Bilinçli şizofreni sözünü ilk olarak, Oyuncu Ayşenil Şamlıoğlu’ndan duymuştum. Sonrasında bu sözün peşinden gittiğimde Oyuncu Mehmet Özgür’ün bir konuşmasına rastladım. Tiyatroyu başlı başına anlatan bir sözdü bu benim için. Bir karakteri yaratırken “o karakteri yaşadığı çağdan günümüze gelmeye ikna etmek” ve o olmak, bilinçli şizofreni değil de nedir? Öylesine etkiledi ki bu söz; acaba karakterde kaybolur muyum, orada kalır mıyım diye düşünürken gerçeği bana hatırlattı. “Bir karakteri giymek ve sonrasında perde kapandığında üzerinizden çıkarmak” bilinçli şizofreninin en uslu ortağıdır.
Yazının başında da dediğim gibi tiyatro, kaynağını doğadan alır. Yansıma sesleri taklit ederek başlayan bu sanatın ilk oyuncuları ise Şamanlardır. Vantrilokluk yapıp yani karından konuşup, kendi sesleri dışında daha ince ya da daha pes sesler çıkaran; hayvanların ve doğa olaylarının seslerini taklit eden, alkışlar ve kargışlardan yola çıkarak tirat atan, ayinler esnasında ritmik hareketlerde bulunan ve çılgınca oynayan Şamanların ta kendisidir. Şaman’ın ruhlarla/iyelerle temas için girdiği ruh/tin durumları, tiyatrocunun oynayacağı karakteri inşa etmesiyle eş değerde görülebilir çünkü nasıl ki Şaman; iyelerin ve Tanrıların isteği doğrultusunda hareket eder, davulunu çalar ve büyülü-dinî sözlerle onlara ulaşırsa tiyatrocu da bir karakteri yaratırken o karakterin duygu ve düşüncelerini, yaşadığı dönemin koşullarını, istek ve ihtiyaçlarını “üzerine giyer”. Bilinçli şizofreni hâlindeki Şaman da tiyatrocu da aynı kökten beslenir.
Şaman’ın ve tiyatrocunun ortak özelliklerinden birisi de “kendine dönmek”tir. Aday Şaman, Şaman olma sürecinde kendini toplumdan uzaklaştırıp yalnızlaştığında tiyatrocu da bir karakteri yaratırken toplumun dışından bir göz olarak tüm kimliklerden, dinlerden ve milletlerden bağımsız olarak karaktere yaklaşır, yaklaşmalıdır. Her iki süreç de sancılı olabilir. Önemli olan “bu şizofrenide” kaybolmamaktır. Nasıl ki bir Şaman; ruhların, iyelerin ve Şaman atalarının isteği doğrultusunda yalnızlaşır kabuğuna çekilirse oyuncu da senaristin ve yönetmenin isteği doğrultusunda kendi yorumunu da katarak o karaktere bürünür. O yüzden Şamanları en çok oyuncular anlar çünkü Şamanlığa en yakın meslek oyunculuktur. Şaman’ın meskeni doğayken oyuncunun meskeni tiyatro sahnesidir. Benim meskenimin mihenk taşı ise birinci evim doğayı ikinci evim tiyatro sahnesinde canlandırmaktır. Ben de tıpkı Şamanlar gibi doğadan besleniyorum.
Şaman, ayini sırasında tek kişilik bir oyun sergilerken aslında tüm bedenini bir orkestra olarak kullanmaktadır. Bu orkestrada, davulu çalan da ezgiyi söyleyen de hayvan sesleri çıkaran da ve hatta çağırdığı ruhların/tinlerin/iyelerin sesiyle konuşan da odur. Tek kişilik bu sahnenin görülmeyen misafirleri ise Şaman’ın davuluna hapsedilir ve ayinin amacına yönelik Şaman, tiradını sahneler. Sahne bitip perde kapandığında ise bazen hiçbir şey hatırlamaz ne konuştuğu dili bilir ne de yaptığı hareketleri hatırlar. İşte bu hatırlamama olgusu, sahnenin görünmeyen misafirlerinin yani Şaman’ın çağırdığı ruhların/iyelerin işidir.
Taklit Çağı’ndan günümüze kadar “sahnelenen bu oyun”, 1948 yılında kurulan Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (International Theatre Institute, ITI) tarafından, 1961 yılında alınan kararla her yılın 27 Mart günü “Dünya Tiyatro Günü” olarak kabul etmiştir. Her yıl 27 Mart günü, ITI merkezleri ve dünya çapında tiyatro grupları tarafından kutlanmaktadır. Pek çok ulusal ve uluslararası etkinlik kutlamalarda yer almaktadır.
O yüzden ister Şaman olup toplumdan uzaklaşın isterseniz kırmızı perdenin ardında bilinçli şizofreni hâlinde karakteri “yaratın”, hepimizin Dünya Tiyatrolar Günü kutlu olsun. Sanatla kalın…