Oryantalizm esasen Batı’nın Doğu’yu öğrenme merakı ve anlama çabasından ortaya çıkmıştır. Batılı bilim insanlarının, sanatçıların ve aydınlarının Doğu’yu tasvir etmesi ve bir sonraki aşama olarak biçimlendirmesine oryantalizm denilmektedir.
Oryantalizm ilk olarak 12. ve 13. yüzyıllarda Batı’nın Hıristiyanlığı yaymak istemesi sebebiyle Doğu’yu öğrenmek istemesiyle başlar. 18. yüzyıla gelindiğinde Doğu’yla ilgili çalışmalar sistematik bir hal alır ve daha sonraki yıllarda çalışmalar artarak devam eder. “Oryantalizm” eleştirisi kavramının kuruluşu ve bir entelektüel tartışma odağı olarak yaygınlık kazanmaya başlaması esasen Edward Said’in 1978 tarihinde “Oryantalizm: Batının Doğu Algılayışları” adlı çalışması ile başlamıştır (Yıldız, 2013: 235). Sosyal bilimlerde büyük tartışmalara neden olan Edward Said, kitabında oryantalizmin temelinde ‘‘ben ve öteki’’ düşüncesinin yatmakta olduğunu söylemiştir. Her ben, ötekini kendi algılarıyla ve duygularıyla tanımlar. Batı da Doğu’yu kendinden ırk olarak daha aşağıda, medeniyet açısından geride oldukları ve kendi kendilerini yönetemeyecek durumda olmaları sebebiyle yönetilmesi ve yönlendirilmesi gerektiğini düşünerek ötekileştirmiştir. Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir husus vardır: Ben, yalnızca öteki ile birlikte var olabilir. Yani Doğu var olmasaydı Batı da var olamazdı.
Ayrıca yine Said’e göre Batı, Doğu’yu sadece ötekileştirdiği komşusu olarak görmekle kalmayıp, aynı zamanda en zengin, en eski sömürge mekânı ve kültürel rakibi olarak görmüştür. Öteki tanımını daha da ileri götüren Batı, çalışmalarını hızlandırarak, öteki olarak tanımladığı Doğu’yu artık anlamaktan öteye geçmiş biçimlendirmeye hatta ve hatta yeniden üretmeye başlamıştır. Bu yeniden üretimden kasıt ise yine Batı’nın kendi çıkarına göre ‘hayali bir doğu’ üretimidir.
Bunu yaparken Batılı bilinç, kendi iktidarı üzerinden Doğu’yu ötekileştirmiş ve Doğu öteki olarak olumsuz açıklamalara maruz kalmıştır. Bu aşamadan itibaren Oryantalizm çalışmalarına ve Oryantalistlere bakış açısı olumsuz imaj kazanmış ve Oryantalizme yönelik eleştiriler gündemde yerini almıştır (Köse ve Küçük, 2015: 107).
Edward Said’e göre oryantalizmin anlaşılması için öncelikle söylem olarak incelenmesi gerekmektedir. Söylem biçimi olarak incelenmediği takdirde bu sistemli disiplinin anlaşılması pek de mümkün değildir. Bu söylem biçimlerine baktığımızda ilk olarak oryantalizmin ilmi ilgiyle alakalı olduğunu söyleyen Edward Said’e göre Batı, akademik merak sebebiyle Doğu hakkında her türlü sosyolojik, psikolojik, sanatsal, mimari vb. araştırmalar yaparak Doğu ve Doğulu hakkında uzmanlaşmıştır. Bu uzmanlar, Oryantalist, Şarkiyatçı veya Doğu Bilimci olarak adlandırılmaktadır.
Arthur von Ferraris “Kahire’de Kahvehane” 1888.
Diğer bir söylem biçiminde ise Batı’nın Doğu’yu imgelem yönüyle de yani kendi hayalinde kurduğu şekilde de anlatmaya çalışmasıdır. Edward Said, oryantalizmi, Doğu ve Batı arasında yapılan, ontolojik ve epistemolojik ayırıma dayalı bir düşünme şekli olarak tanımlamıştır. Aslında ırkı, dini, dili ve geldiği coğrafya ne olursa olsun özünde insan, insandır. Fakat oryantalizmin en önemli biçimlerinden biri Batı’nın kendisini üstün görme durumudur. Yani ontolojik olarak Doğu’yu, art niyetli bir şekilde ‘insanımsı’ olduğunu söyleyerek kendinden ayırır. Daha sonra bu ayrımı ilerleterek Doğu toplumlarının akıllarının tam işlemediğini söyleyerek bilgisel bir ayrıma dayandırır. Bu anlama biçimi de ön yargılı ve taraflı bir tutumdur.
Bir diğer biçim ise ideolojik ve emperyalist söylem biçimidir. Doğu, fatihler çıkarabilir, fethedebilir, uygarlıklara büyük katkılar sunabilir, ancak hiçbir zaman kendi kendini yönetme denilen şeyi kendi talebiyle getiremez (Said, 1995: 43; Pehlivan 2016: 82). Batı, Doğu üzerinde her zaman egemen olma çabasındadır. Doğu’nun zenginliklerini kendilerine aktarma isteği vardır. Dolayısıyla oryantal çalışmalarda da Batı’nın hâkimiyet kurma isteğinin temelinde, sömürü alanları yaratma düşüncesi görülmektedir. Aslında oryantalizmin, Batı’nın emperyalist politikalarına hizmet etmek üzere gelişmiş olduğunu söylemek mümkündür. Fakat Doğu’yla ilgili yapılan çalışmaların tamamının Doğu’yu sömürme amacıyla yapıldığını söylemenin yanlış bir tutum olduğunu da belirtmek gerekir. Çünkü böyle bir tutumda bulunmak, amacı sadece Doğu’yu merak edip, tanıma isteği duyan bu nedenle Doğu ile ilgili çalışmalar yapan kimselere saygısızlık olacaktır.
Amadeo Preziosi “İpek Pazarı” 19.yy.
Yukarıda bahsedilen bütün Oryantalizm biçimlerinin hepsini ortak etkileyen anlama biçimi ise “misyon duygusuna dayalı dini çabadır”. Bu anlama biçimi ise yazının başında da belirtildiği üzere oryantalizm, Hıristiyanlığın ortadan kalkma korkusu yapılan misyonerlik çalışmaları ile ortaya çıkmıştır. Yani Oryantalizmin İslamiyet’in doğuşuyla başladığını söylemek yerinde olacaktır. Fakat hakiki olarak başlaması Emeviler döneminde Hıristiyan âlimler ile İslam âlimleri arasında yaşanan tartışmalar yani yaptıkları polemik edebiyattır. Bu polemik edebiyat incelendiğinde Hıristiyan âlimlerinin esas amacının İslamiyet’in orijinal bir din olmadığını, hatta Kuran-ı Kerim’deki bazı metinlerin İncil’den çalındığı söyleyerek, karşısındakini ötekileştirildiği görülür. Misyonerlik faaliyetlerini uygarlaştırma adı altında yapan Batı, ilk olarak kendilerini yaklaştırmaya daha sonra ise asimilasyona başlamıştır.
Misyonerlik faaliyetleri ilk olarak Arapça, Farsça İbranice gibi Doğu dillerinin öğrenilmesiyle başlamıştır. Viyana Konsülü kararıyla bu dillerin öğrenilmesi için dil okulları açılır. Açılan bu dil okulları oryantalizmin temelini oluşturur. Çünkü Batı, dilini bilmediği bir toplumun kültürünü öğrenemeyeceğinin ve kültürünü bilmediği bir toplumda misyonerlik faaliyetlerini yürütemeyeceğinin farkındadır. Türkçe ise öğrenilen bu diller arasında yoktur. Bunun sebebi Türklerin barbar olduklarının düşünülmesi ve Türkçenin öğrenilme zorluğudur. Yazdığı kitap ile tartışmalara neden olan E. Said’in kitabındaki en büyük eksikliklerden biri ise Türklere ve bahsedilen misyonerlik faaliyetlerine değinmemesidir.
Oryantalizmin sadece Avrupa veya Amerika ekseninde kaldığını söylemek ise doğru olmayacaktır. Bir noktada Rus Oryantalizmine de değinmek gerekmektedir. Rus Oryantalizmi dediğimizde ise akla gelen ilk isimlerden biri ünlü oryantalist V.V. Barthold’dur. Barthold’a göre Ruslar her ne kadar kendilerini Batılı olarak görseler de aslında Batılı bir kavim değillerdir. Rusların Viking asıllı oldukları, İskandinav ülkelerinden geldikleri bilinse de bahsi geçen kavimlerin barbar olarak kabul edilmesinden dolayı kendileri bu durumu kabul etmemişlerdir. Aslen ne tam anlamıyla Batılı, ne de tam anlamıyla Doğulu bir kavim olmayan Ruslar, kendilerini aynı dine inanmalarından dolayı Batılı olarak kabul ederler. Barthold, Ruslarda başlangıçta bir “öteki” algısının bulunmadığını ve ötekileştirme algısını Yunanlardan aldıklarını söylemektedir. Rus oryantalizminin ilk adımlarına bakıldığını II. Katerina döneminde atıldığını görmek mümkündür. Bu dönemde Müslümanların temel inanışlarını reddedilmeye başlar. Fakat bu dönemdeki oryantalizm bilimsellikten uzak ve basittir.
Jean Leon Gerome, ” Halı Tüccarı ” 1887.
Oryantalistler İslamiyeti, Muhammedizm olarak adlandırmakla birlikte Kuran-ı Kerim’i sıradan bir kitap olarak görmüşlerdir. Rusya’da ilk defa Kuran tercümesi ve Şark dillerinin öğrenilmesi ise Deli Petro zamanında gerçekleşmiştir. Buradaki temel hedef, Şark topraklarına inme isteğidir. Deli Petro döneminin mühim olmasının asıl nedeni ise “modernleşme siyasetindeki” ilk adım olan İdil-Ural bölgesinin ele geçirilmesi ve daha sonraki süreçte bu bölgede yaşayan Müslüman-Türk halklarını kontrol altına alarak, misyonerlik faaliyetlerinin başlamasıdır.
Barthold’a göre oryantalizm doğmuş, gelişmiş ve sömürge aracı haline gelmiştir. Rusya’da ise başından beri sömürge aracı olarak kullanılan oryantalizm, bu tutumu nedeniyle Batı oryantalizmi kadar başarılı olamamıştır.
Sonuç olarak, ister Batı oryantalizmi olsun, ister Rus oryantalizmi olsun, Doğu hep başkaları tarafından farklı amaçlarla ötekileştirilmiş ve aşağılık bir konuma getirilmiştir. Doğu’nun böyle kötü bir konuma gelmesinde yalnızca başkalarını suçlamak ise yanlış olacaktır. Çünkü Doğu kendi kendini tanımlamayarak, başkalarının temsilciliğini de kabul etmiş sayılır. Kısaca Doğu, başkalarının ürettiği hayali üretimler yerine kendi tanımlarıyla gerçek Doğu’nun ne olduğunu göstermediği sürece ötekileştirilmek kaçınılmaz olacaktır.
KAYNAKÇA
Barthold, V., V. (2004). Rusya ve Avrupa’da Oryantalizm (Çev: Kaya Bayraktar- Ayşe Meral), Küre Yayınları, İstanbul.
Köse, M., Küçük, M. (2015), Oryantalizm ve “Öteki” Algısı, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi, Cilt: I, Sayı: 1, ss: 107-127.
Pehlivan, İ., (2016), Rusya ve Oryantalizm, Asia Minor Studies Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 8, ss : 79-93.
Said, E. (2013), Şarkiyatçılık: Batının Şark Anlayışları (Çev: Berna Ünler). Metis Yayınları, İstanbul.
Yıldız, A., (2013), Türk Düşünce Tarihinde Oryantalizm Eleştirisinin Alımlanışı, Folklor/Edebiyat Dergisi, Cilt: 19, Sayı: 75, ss: 221-236.