Waterloo Savaşı’ndaki yenilgisinin ardından, eski imparator, ıssız bir adada “sefil” bir eve yerleştirildi. Napolyon Bonapart’ın yaşamı ve başarıları, Avrupa’nın birleşik güçlerine karşı elde ettiği zaferler ve kıta genelinde gerçekleştirdiği geniş kapsamlı hukuk ve bürokrasi reformlarıyla olağanüstüdür. Ancak onun son yılları da en az bu başarıları kadar dikkat çekicidir. Napolyon sürgüne gönderildi, 51 yaşında gizemli bir ölümle yaşamını yitirdi ve ölümünden sonra garip olaylar zinciri peşini bırakmadı.
Napolyon, 1815 yılında Waterloo Savaşı’nda nihayet yenilgiye uğrayınca tahtından feragat etti ve İngilizlere teslim oldu. İngilizler, onu idam ederek bir kahraman haline getirmemek için uzak bir sürgünü tercih etti. Onu, dünyanın en izole yerlerinden biri olan Güney Atlantik Okyanusu’ndaki İngiliz kontrolündeki Saint Helena Adası’na göndererek, sürgün hayatına mahkum ettiler.
Saint Helena Adası’ndaki Sürgün
Sadece 16 x 8 kilometrelik küçük bir ada olan Saint Helena’nın engebeli kayalıkları, eski imparatorun ilk kez gördüğünde ona kasvetli gelmiş olmalı. Başlangıçta, eski bir dostu olan William Balcombe’un evinde iki rahat ay geçirdi; ancak ardından, oldukça kötü durumda olan Longwood House’a taşındı. Bu yapı, nemli bir ortama sahipti ve küflerle kaplıydı.
Hizmetçileri sık sık “soğuk algınlığı, nezle, ıslak zemin ve kötü yiyecek” gibi şikayetlerde bulunuyorlardı. Napolyon’a eşlik eden 28 kişilik gruptan Comte de Las Cases, Longwood House’u “birkaç metrekarelik sefil bir kulübe” olarak tanımladı.
Ada aynı zamanda farelerle doluydu ve bu durum, Avrupa’nın dört bir yanındaki politik hiciv yazarları için eski imparatorla alay etmek için bir fırsat sundu. Döneme ait bir Alman karikatürü, ona nezaket gösteren maiyet yerine bir fare taburu gösteriyordu. Fransız bir karikatür ise onu bir çadırda uyurken, kıyıda toplanan farelerin isyan planladığını gösteriyordu; başlık ise “Fareler bile onu istemiyor” şeklindeydi.
Durum daha da kötüleşti. Adanın yeni İngiliz valisi Hudson Lowe, Napoleon’un daha önce Elba’dan kaçtığı gibi bu sürgünden de kaçmaması için her türlü önlemi almaya kararlıydı. Onun hareketlerini kısıtladı, yazışmalarını izledi ve günde birkaç kez İngiliz subayları tarafından bizzat görülmesini emretti.
Bu baskılar karşısında eski imparator, ilginç bir direniş sergiledi. Evin panjurlarını kapatarak dışarıyı sadece minik deliklerden gözetleyebileceği şekilde delikler açtı. Ayrıca bahçede subayların onu fark etmesini zorlaştırmak için çukur yollar tasarladı. Lowe, imparatorluk unvanına dair bir şey içeren hediyelerin kabul edilmesini yasaklasa da Napolyon, kraliyet protokolünü korumaya devam etti; erkekler üniforma giyiyor, kadınlar ise mücevherlerle süslenmiş elbiselerle dolaşıyordu.
Napolyon Ayrıca Birkaç Hobi Edindi:
Anılarını dikte etti, Jul Sezar üzerine bir kitap yazdı, İngilizce öğrendi ve sıkça kağıt oynadı. Hatta sabır (solitaire) oyununun birkaç çeşidi onun adıyla anılır hale geldi.
Sonunda, yaşam koşulları ve özellikle egzersiz yapamaması sağlığını iyice kötüleştirdi. Karın ağrısı, kabızlık, kusma ve genel halsizlik çekmeye başladı. Saint Helena’ya geldikten yaklaşık dört yıl sonra, Şubat 1821’de, sonunun yaklaştığını hissetti. Katolik Kilisesi ile yaşadığı tüm çalkantılı ilişkilere rağmen (bir ara Papa’yı kaçırdığı bile olmuştu), dinle barıştı; günahlarını itiraf etti ve son ayinlere katıldı. 5 Mayıs 1821’de 51 yaşında hayata veda etti.
Napolyon Bonapart’ı Ne Öldürdü?
Napolyon’un ölümünden kısa bir süre sonra, doktoru Francesco Antommarchi tarafından bir otopsi yapıldı. Bu işlem sırasında, kalbi ve bağırsakları çıkartılarak mühürlü kaplara konuldu; kraliyet ailesi mensuplarına uygulanan standart bir işlemdi. Ancak, Antommarchi, bilinmeyen bir nedenle Napolyon’un penisini de kesti. Organ, adadan rahibi tarafından gizlice kaçırıldı ve yıllar boyunca birçok kez alınıp satıldı. 1927’de ise New York’taki Fransız Sanatı Müzesi’nde sergilendi. TIME dergisi, bu organı “hırpalanmış bir ayakkabı bağcığı şeridine” benzetti. Avrupa’nın neredeyse tamamını fetheden birine göre oldukça onur kırıcı bir sondu bu.
Peki, İngilizlerin “Old Bony” dediği Napolyon’u asıl ne öldürdü? Bu, son 200 yıldır tarihçilerin ve tıp uzmanlarının merakla tartıştığı bir konu. Antommarchi, mide kanseri teşhisi koymuştu. 1961’de ise bir İsveçli amatör toksikolog, aslında Napolyon’un arsenikle zehirlendiğini öne sürerek, Fransız maiyetinden birini suçladı.
Diğer araştırmacılar ise o dönemde arsenik maddesinin gündelik kullanılan birçok üründe bulunduğuna ve herkesin bu maddeye sürekli maruz kaldığına dikkat çekiyor. Başka bazıları da onun ölüm nedeninin mide ülseri ya da mide kanseri olduğunu ileri sürdü. Gerçek sebep ne olursa olsun, bu olağanüstü tarihsel figür, aradan geçen zamana rağmen ilgi odağı olmayı sürdürüyor.
Kaynakça
https://academic.oup.com/clinchem/article/54/12/2092/5628682