Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylak büklümlerinin içten ve dışardan sarmaladığı günlerde bir zamandı heves ettim gölgemi enginde yatan o berrak sayfada gezindirsem diye ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende. Vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için hâlbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti demedim dilimin ucuna gelen her ne ise vay ki gençtim ölümle paslanmış buldum sesimi.
Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana gençtim ve ben neden hata payı yok diyordum hayatımda gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.
Çeşme var, kurnası murdar yazgım kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.
Gençtim ya, ne fark eder deyip geçerdim nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem ne fark eder demişim bilmeden farkı istemişim. Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine arastadan ırmaklara çark ettiren dargınlık! Yola madem çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar yola devam ederdim.
Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın onunla ben hep sevişecek gibi baktık birbirimize. bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.
Oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık gönendi dünya bundan istifade dünya bayındırladı: Bir yakış, bir yanış tasarımı beride öte yakada bir benî adem her gün küsülü kaldık.
Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan artık bu yaşa erdirdin beni, anladım gençken almadın canımı, bilmedim demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış insanın insana raptolduğu cevher.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi taşınacak suyu göster, kırılacak odunu kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin tütmesi gereken ocak nerde?
İsmet Özel’in Münacaat şiirinin ilk dizelerinde yaşının ilerlemesine rağmen ölümün ona yanaşmadığını dile getirerek var olmanın, var olabilmenin kavrayışını belirtmiştir. Yaşam, ölüm ve yaşam ile ölümün bilincinde olmanın farkındalığı ilk iki dizeyle giriş yapılmıştır. Şiirin ilerleyen kısımlarına ön ayak olan dizeler varoluşsal sorgulamanın ilk adımıdır. Yine şiirin ilk kısmında varoluşsal sorgulanmadan sonra gençliğin vermiş olduğu aceleciliği ve ardından gelen istek ve zevkleri insani bir duygunun gerektirdiği şekilde ifade etmiştir. Lakin bunu yaparken de bir sorgulama ve en son dizelerde yine yaşam, ölüm ve yaşam ile ölümün bilincinde olma farkındalığı üçgeni arasında söyleyecek bir cümlesi kalmadığını varoluşsal olarak hayatta olsa bile dile getiremedikleriyle ölüm ile paslandığını vurgulayarak belirtmiştir.
Şiirin ikinci kısmında Hz. Adem’i konu edinerek Hz. Adem’in cennette yapmış olduğu yasak elmayı yeme sahnesine atıfta bulunarak hata yapmasını öne sürmüş ve kendini de onun yerine koyarak hata payının ne olduğunu sorgulama yoluna gitmiştir. ‘’Gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi/haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne’’ sözleriyle hayatın merkezine, insanın ayaklarının üstünde durmasını, yere sıkı sıkı bastığını bu bağlam içerisinde haykırarak da sesini duyurmaya çalıştığını söylemeye çalışmıştır. İlk kısımda bulunan dizelerde cümlesi kalmayıp bu kısımda bir şeyler söylemeye çalışması toprak ve gökyüzü arasındaki bağlantı ile açıklamak mümkün olabilir. Çünkü öncesinde varoluşsal sorguyu ölüm ve yaşam arasında doğrudan yaparken şiirin ikinci kısmında toprak ve gökyüzü ilişkisinden kaynaklı toprak-ölüm, gökyüzü-yaşam uyumu içinde gerçekleşmiştir. Aynı kısmın sonunda ise bu sorgulamalar ve içini açmanın, açamayışının sezdirilmesi sonucunda ademoğlunun/insanların kendi tarafından artık anlaşıldığının, bilindiğinin daha doğrusu farkına varıldığını söyleyip soru sormanın bir mana ifade etmeyeceğini dile getirmiştir.
Sonrasında gelen kırgın bir yankı olarak betimlediği sesini kaderle birleştirerek avucunda yani el çizgilerinde aramasıyla devam etmiştir.
Dördüncü kısımda sorgulamanın bitmesiyle, bir hazin son, bir vazgeçiş ve hoyratlık artık hiçbir şeyin kendisi için fark etmeyeceğini ‘’Gençtim ya, ne fark eder deyip geçerdim/ nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da/ gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem’’ dizeleriyle anlamlandırmıştır. Ardından gelen dizede ise şairin kendini dünyanın merkezine alması ve bu bağlamda insani duyguların ağır basması hasebiyle kendi içinden -merkezden dışarıya doğru- bir açılım söz konusudur. Buna göre şair önce çöllerdeki mücadelenin sonra da beşinci kısımda bulunan ‘’Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim/gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın’’ dizesiyle şehrin sıkıntısının içeren bir yolculuğun serüvenini anlatmıştır. Tekrardan dördüncü kısma dönecek olursak çöllere bir ideal uğruna çıkması sonucunda da başarısızlığa uğrayıp utanmış yüzü eğik düşmüş fakat yürümeye devam etmiştir.
‘’Hep sevişecek gibi baktık birbirimize./ Bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık./ Oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar/ ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde/ hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık/ bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için/ kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık’’ dizeleri insani duyguların ve kendi benliğinden yolculuğa çıkarak yürümeye devam ettiği sürgün yeri olarak betimlediği şehir yaşantısı bir hesaplaşmaya dönüşüp karşıtlık çıkarmıştır. Bundan dolayı bu karşıtlık kendinin var olma mücadelesinin bir başlangıcını teşkil etmektedir. Devamında ‘’alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı’’ dizesiyle bir arınmadan bahsetmiş ve ‘’doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık’’ dizesiyle de kendi varlığından kısarak bir feda etme sürecini anlatmıştır. Bunun akabinde ‘’gönendi dünya bundan istifade dünya bayındırladı:’’ dizesiyle dünyanın sevinç duyduğunu, geliştiğini anlatmıştır. Son olarak ise küsülü kalarak bir yabancılaşmadan söz etmiştir.
Yedinci kısımda da yola çıktığı yolda yürümeye devam ettiğini ve bu maceranın onu tutuklu kıldığını söylemiş ardından sorgulayıcı olmayan yinelemeler ile şiirin ilk kısımlarını hatırlatarak sorularının cevabını çıktığı yolda bulabileceğini kavramıştır. Dizenin devamında büyük hatadan beri nezaretin yer olduğunu yani Hz.Adem’in yasak meyveyi yemesiyle cennetten yeryüzüne indirilmesini ve büyük hatadan beri nezaretin, sorgulanılan mekânın yer olduğunu belirtmiştir.
Son kısma gelince de tüm bu yaşanan sorgulamalar, maceralar, fedakârlıklar ve seslenmelerin tek bir sesleniş ile son bulacağını ve sorularına sesleniş ile cevap geleceğinin bilincinde olması onu başka bir seslenişe itmiştir. Bu sesleniş yaratıcıya olan bir yakarıştır. Münacaattır. Bu sorgulamalar şiirin sonunda ter dökmek nereye sürükler kişiye sorusunun yine soruya sürüklemesini ifade etmiştir. Bu sorunun cevabı da yaratandan alacağı cevap için sorulmuş bir sorudur. Bir arayış, soruş ve varoluş mücadelesidir.
Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?