Bugünlerde minimalist bir anlayışla dekore edilmiş herhangi bir evi, bir Antik Helen eviyle karşılaştırdığınızda, aralarında çok az fark bulabileceğinizi söylesem bana inanır mıydınız? Elbette ki tasarım söz konusu olduğunda sonsuz bir çeşitlilikten bahsedebiliriz. Ancak minimalizmin de temel ilkeleri olarak sayılan işlevsellik ve gereklilik söz konusu olduğunda, Helen evlerinin de yalnızca en gerekli eşyalarla döşendiğinin altını çizmekte fayda var. Helen mobilyaları; sandalyeler, tabureler, koltuklar, masalar ve sandıklardan oluşuyordu. Her eşyanın, ev sahibinin yaşam tarzına dair anlatacak bir hikayesi vardı. Günümüze kadar uzanan bu hikayelerin, büyük bir parçası, seramik kaplar üzerindeki tasvirlerdir. Ancak mobilyalar-ın sessiz dilini çözmeye çalışanlar için asıl büyülü anahtar, Antik Helen’de ozanlar, şairler ve yazarların anlatılarıdır.
Mobilyalar başlangıçta insanların günlük yaşamını kolaylaştırabilmek için icat edilmiş eşyalardı. En önemli görevleri sahibine konfor sağlamak ve yaşam ritmini kolaylaştırmaktan ibaretti. Peki, günlük yaşamın içerisine böylesine dahil edilmiş, insanla temas eden ve görsel bir sunu malzemesi olan bu eşyaların zaman içerisinde görev tanımlarının değişmesi mümkün mü?
Yirmi birinci yüzyılda bu soruya cevap vermek çok kolay, çünkü günümüzde birçok şeyin görev tanımı değişti. Kendimizi sahip olduğumuz eşyalarla ifade etmek artık bir trend ve hepimiz bu trende ayak uyduruyoruz. Geçmişe döndüğümüzde de durum bugünkünden çok farklı değildi. Helen döneminde bile herhangi bir mobilya- tahtları istisna olarak görelimbazen formuyla çoğunlukla ise tasarımındaki inceliklerle, sahibine saygınlık kazandırmanın bir yolunu bulmuştu. Mesela en basitinden, işçilik, kullanılan malzeme veya dekorasyondaki aşırılık, kişinin statüsü için önemli birer unsurdu.
Peki, mobilyaların ihtişamı, yaşamdaki ihtişamı yansıtır mı?
Bir arkeoloji müzesinin seramik salonunu gezerken, antik zamanın hikayelerini anlatan vazo resimlerinin arasında bir kylixin üzerindeki sahnenin dikkatinizi çektiğini hayal edin. Genç bir erkek, oldukça gösterişli bir koltukta otururken tasvir edilmiş. Bu koltuk acaba bir taht olabilir mi? Dönemin sosyal yapısı ve güç ilişkileri hakkında bize neler söylüyor?
TAHTLARIN KULLANIMINI BELİRLEYEN TEMEL İLKE SAYGINLIKTI
En basit haliyle, asil bir koltuk olarak tanımlayabileceğimiz tahtlar, dört farklı çeşidiyle karşımıza çıkabilir. Bunlar; doğanın gücünü temsil eden hayvan pençeli tahtlar, ayakları dönük tahtlar, dikdörtgen ayaklı tahtlar ve sağlam yanlara sahip olanlardır. Tahtları, oturanın ayakları yere değmeyecek şekilde yüksek yapmak bir gelenekti; belki de bu şekilde oturan kişinin yüceliği ve konumu vurgulanmak isteniyordu. Dolayısıyla tahtta oturan kişinin ayaklarını dinlendirmesi için de bir ayak taburesi ya da tahta bağlı bir çıkıntı bulunurdu. Zaman zaman ise bu işlev bir yastıkla sağlanabilirdi. Bu nedenle, vazo resimlerinde genellikle tahtların yanında veya klinelerin altında üzerinde bir çift ayakkabıyla tasvir edilen ayak tabureleri dediğimiz ayrı bir tür vardır.
Bu tahtların kullanımını belirleyen temel ilke saygınlıktı. Ancak bu saygınlık, zenginlik ile karıştırılmamalı! Vazo resimlerinde karşımıza çıkan tahtlarda, çoğunlukla tanrı veya tanrıçaları otururken görürüz. Bununla beraber, nadir de olsa, kralların tahtlarında otururken tasvir edildiği örnekler bilinir. Antik yazarlardan öğrendiklerimizle birleştirdiğimizde kahramanlaştırılmış insanların, krallar ve tanrı/tanrıçalar gibi onur sahibi kişilerin, tahta oturmaya layık görüldüğünü, dolayısıyla tahtların asil koltuklar olduğu yorumunu yapabiliriz.
Özellikle edebi metinlerden yola çıkarak şunu söylemek mümkün ki tahtlar; onurlu bir şekilde oturulması, layık olunması, saygı duyulması ve sadakat gösterilmesi gereken özel mobilyalar olarak sahiplerine bir yücelik kazandırmışlardı. Tahtlardan bahsedilirken yüksek, parlak, pırıl pırıl, gümüş kakmalı, güzel işlemeli, güzel yapılı gibi sıfatlar kullanılır. Bu sıfatlar, tahtların asaletini ve görkemini vurgulamak, sahiplerinin sosyal statüsünü, gücünü ve lüks yaşam tarzını yansıtmak amacıyla özenle seçilirdi. Tüm bunlar bu mobilya formunu sadece bir oturma aracı olmaktan öteye taşıyarak bir sembol haline getirir. Bunlarla birlikte, antik dönemde, ölülerin değerli eşyalarıyla birlikte gömüldüğünü mutlaka duymuşsunuzdur. Kazılan mezarlarda, özenle korunmuş tahtların bulunması bir tesadüf mü yoksa bir gerçekliğe ışık tutuyor olabilir mi?
Homeros destanlarında pek çok kez tahtında oturan Zeus’tan, Hera’dan veya soylulardan bahsedilir. Ancak bu metinler içinde, nispeten özel olarak gördüğüm bir bölüme, burada değinmek isterim. Odysseus, misafir olduğu bir evde yerde otururken, ev sahibi bunu yakışıksız bulur. Onu onurlandırmak adına, Odysseus’a, gümüş kakmalı bir tahtta oturmasını teklif eder. Helen kültüründe misafirperverliğin önemine dair ipuçları veren bu kısa hikaye, mobilyaların günlük yaşam içinde sosyal statüyü etkilediğini gösteren güzel bir örnektir. Onurlu bir konuğa, gümüş kakmalı bir tahtın teklif edilmesi, ev sahibinin hem varlıklı olduğunu hem de konukseverliğini göstermenin en zarif yoludur.
Antik Helen dünyasında, mobilya formlarının tüm yapılarda benzerlik göstereceğini söylemiş olsak da bu tür bir detay ayrıcalıklı bir yaşam tarzına işaret eder.
EN KARAKTERİSTİK MOBİLYA, HELEN İCADI OLAN KLİSMOS’TU
İnsana uyum söz konusu olduğunda, belki de en karakteristik mobilya, aynı zamanda bir Helen icadı olan klismos (sandalye)’tur. Bu mobilya, Helenlerin sade ve zarif tasarım anlayışının ortaya koyduğu güçlü bir kimliktir adeta. Dekore edilmesine ya da süslenmesine gerek yoktur çünkü güzelliğini kıvrımlı sırt ve bacaklarının sunduğu görsel uyumdan alır. Tüm sandalyeler arasında en rahat olanıdır. Sembolik değeri tahttan daha az olmasına rağmen, bir diğer tür olan diphros’tan çok daha lüks bir görünüme sahiptir. Zira, erken tahtlar ile erken klismos örnekleri arasındaki benzerlik, bu tipin muhtemelen bir tahttan evirildiğini düşündürür. Son derece şık ve zarif görünen bu mobilya, tasvirlerde sıklıkla kadınların odalarında görünmekle beraber erkekler ve hatta tanrı/tanrıçalar da bu sandalyelerde otururken resmedilmiştir. Edebi metinler de vazo resimlerindeki tasvirleri destekler niteliktedir. Mesela İlyada’da, Hera ve Athena, altın klismoslarında otururken tanımlanır.
Şimdi tekrar hayalimizdeki müzeye dönelim, az önceki kylixin hemen yanında bulunan amphoranın yüzeyinde tasvir edilmiş bir klismosu, artık kolaylıkla ayırt edebilir miyiz? Eğimli bir sırt ve dışa dönük kıvrımlı bacaklara sahip olan bu sandalye, sırtın sonunda çoğunlukla kuğu başı olarak karşımıza çıkan bir hayvan tepeliğiyle gösterilir. Ayakların yayılarak yere oturması iyi düzlenmemiş bir zeminde de dengede durabilmesini sağlardı. Konforuyla sadeliğini birleştiren bu mobilya şüphesiz göz doyuran tasarımlardan biriydi. Tasvirlerde zaman zaman üzerinde bir minder veya hayvan derisiyle tasvir edilir ki mobilyayı zenginleştiren bu durum, atlanmaması gereken önemli bir ayrıntıdır.
PAHALI VE KALİTELİ TEKSTİL ÜRÜNLERİ AYRICALIKLI YAŞAM TARZINA İŞARET EDERDİ
Antik Çağ’da mobilyalar yalnızca üzerlerine işlenmiş dekoratif desenlerle süslenmiyordu. Tıpkı bugün olduğu gibi yastıklar, örtüler ve kilimler gibi tekstil ürünlerinin önemli işlevleri vardı. Doğrusu geçmişte çok daha önemli olduklarını söylemek de yanlış olmayacaktır. Tüm bunların bol miktarda olması, oturma grupları veya yatakları daha konforlu hale getirir, böylece insanlar çok daha rahat hissederdi. Athenaios, lüks yaşayan bir genç erkeği tanımlarken altına serilen pahalı kilimlerden, başının altında en kaliteli keten ve mor renkte üç yastık ve ayaklarının altında iki yastık olmasından bahseder. Pahalı ve kaliteli tekstil ürünleri ayrıcalıklı bir yaşam tarzına işaret ederdi. Ayrıca bu tekstil ürünlerinin renk ve desenleri eşyayla birlikte yaşam alanını çok daha estetik ve göz alıcı bir hale getirebilirdi. Dolayısıyla hem konfor hem de estetik açıdan sağladığı avantajlarla günlük yaşamın vazgeçilmez unsurlarından sayılırlardı.
Elbette yalnızca klismoslarda değil, tüm oturma grubu mobilyalarının üzerlerinde bu şekilde minderler ve örtülere rastlamak mümkün. Dört dikey bacağa sahip ve bir sırt veya kol dayanağı olmayan, günümüz tabureleriyle tamamen benzer formda basit ve gösterişsiz olan bir diphros’un desenli örtülerle süslenmiş tasviri onu çok daha göz alıcı gösterebilirdi. Diphros pek çok metinde taht ve klismos ile karşılaştırıldığında sandalyeler arasında en mütevazısı olarak tanımlanır. Ancak bu onu daha az önemli kılmaz. Vazo resimlerinde ve edebiyatta tanrı/tanrıçalar ve kahramanlar sıklıkla diphros’ta otururken betimlenir. Ayrıca hazine listelerinde adı geçer. Dolayısıyla diphros’un sıradan bir sandalye olduğu ve hem toplumun seçkinleri hem de halk tarafından kullanıldığı, sadece evlerde değil iş yerlerinde de tercih edildiği sonucuna varabiliriz.
Diphros’un Helen vazo resimlerinde çok sayıda tasvirindeki örneklerinden, kolayca taşınabildiğini de görmekteyiz ki bu durumda hem hafif hem pratik ve işlevsel olan bu mobilyanın herkes tarafından benimsenmiş olması şaşırtıcı değil. Ancak tabii ki varlıklı kişilerin diphros’ları küçük detaylarla diğerlerinden ayrılırdı. Özellikle altın, gümüş, fildişi gibi malzemeler kullanılarak yapılmış mobilyalar bir zenginlik göstergesiydi.
MOBİLYA ESKİ ÇAĞLARDA KİŞİSEL EŞYAYDI
Günümüzde mobilyalar bir mekana aittir ve birlikte değerlendirilir. Oysa eski çağlarda çok daha kişisel eşyalar olduğunu görürüz. Örneğin, yazılı kaynaklar Antik Helen’de varlıklı kişilerin pazar yerlerine giderken dinlenmek istediklerinde veya oturmaları gerektiğinde herhangi bir yere oturmak zorunda kalmasınlar diye hizmetkarlarının taburelerini yanlarında taşıdığını söyler. Böyle bir durumda hafifliğiyle elbette en doğru seçim bir diphros ya da sırtı olmayan bir başka tabure türü olan diphros okladias’tır. Dikey yerine çapraz olarak kesişen bacaklara sahip bu tabure katlanabilirdir ve bu özelliğiyle tüm sandalyeler arasında en kolay taşınabilir olanıdır. Helen örnekleri arasında iki ana tip bulunuyordu. Biri eğimli bacaklara sahip olup hayvan pençesi şeklinde sonlanırken, diğeri ise düz ve sade bacaklara sahipti.
Diphros ve diphros okladias dışında sırtı olmayan diğer bir tabure örneği ise kutu benzeri olanlardır. İlk bakışta bir sandık gibi de algılanabilecek olan bu oturma mobilyasında herhangi bir menteşe izine rastlanmaması sandık olmadığını kanıtlar. Form olarak o kadar basittir ki Helenlerin kendi icadı mı olduğunu ya da bir yerden mi alındığını söylemek mümkün değil. Vazo resimlerindeki örneklerinde genellikle geometrik desenlerle süslendiğini gördüğümüz bu tabureler muhtemelen her Helen evinde bulunuyordu.
Bilgi ve bilgelik arayışı içinde olan insanların, bir araya geldikleri mekanların sembolü olarak tanımlayabileceğimiz banklar da Antik Helen dünyasında kullanılan mobilyalar arasında sayılabilir. Birden fazla insanın oturmasını sağlamak için tasarlanmış uzun ve sırtı olmayan bu oturma grubu mobilyasının tasvirlerini vazo resimlerinde göremeyiz ancak yazılı metinler bankların kullanıldığını açıkça belirtir. Özellikle filozof ya da sofistler gibi ders veren kişileri dinleyen insanların banklarda oturduğundan bahsedilir. Kim bilir belki de insanlar hayatlarının en önemli derslerini bu özel mobilyaların üzerinde alıyorlardı.
SOYLULAR, ZİYAFETLERDE KLİNELERDE YEMEK YER, SOHBET EDER, EĞLENİRLERDİ
Bir diğer iyi bilinen mobilya türü olan ve hatta günümüze psikiyatristler aracılığı ile ulaşmayı başaran klineden bahsedelim biraz. Uzanın efendim, çocukluğunuza ineceğiz!
Antik Helen evlerinin vazgeçilmez mobilyalarından olan klineler, modern yatak ve koltuğun işlevini birleştirirdi. Klineler yalnızca uyumak için değil ziyafetlerde de kullanılırdı. Soylular, evlerindeki ziyafetlerde konuklarıyla birlikte klinelerde uzanır, yemek yer, sohbet eder, eğlenirlerdi. Hizmetçilerin onlara hizmet ettiği seramik tasvirlerde de görünen bu durum başlı başına bir ayrıcalıktı. Toplumun alt kesiminden bir insanın uzanıp ziyafet çekerken ona hizmet edildiğini hayal etmek bugün bile mümkün değil.
Klinelerin yapımında kullanılan gümüş ve fildişi malzemeler lüksü simgelerdi. Bir yatak hazırlanırken bugün olduğu gibi örtüler ve yastıklar kullanılırdı. Keten nadiren kullanılan değerli bir kumaştı. Yazılı kaynaklarda ‘gül kokan örtüler’ gibi ifadelerle bahsedilen parfümlü yatak örtüleri ve bol yastık zenginlik göstergesiydi.
Klinenin üzerinde uzanmak ve oturmak arasındaki farklar gözetilirdi, uzanmak ayrıcalıklı sayılırdı. Vazo resimlerinde klinelerde uzanan erkekler ve onlara eşlik eden kadınlar görülür; ancak bu kadınlar sahnedeki erkeklerin eşleri değil, başka kadınlardı. Çünkü evli kadınlar hem kocalarıyla yemeğe gitmez hem de başka erkeklerle yemek yemesi uygun bulunmazdı. Büyük bir saygınlık ve ahlaki değer taşıyan bu durumun, toplumsal normları yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ziyafetlerde klinelerin önünde üç veya dört ayaklı dikdörtgen masalar bulunurdu. Bu masalar yalnızca yiyecek ve içecek sunmak için kullanılırdı ve hafif olmaları, ziyafetten sonra kolayca kaldırılabilmeleri açısından önemliydi. Masalar, klinelerin altına itilebilecek şekilde tasarlanmıştı.
FİLDİŞİ, ALTIN YA DA GÜMÜŞ KAKMALI MASALAR
Masaların yapımında kullanılan malzeme çoğunlukla ahşap olmakla beraber diğer mobilyalardaki durum burada da geçerliydi. Daha lüks bir masa yapılmak istendiğinde fildişi, altın ya da gümüş oyma veya kakmalar yapılırdı. Masanın düzenlenmesi, sunulan yiyecekler gibi detaylar da her zaman ev sahibinin sosyal statüsüne dair büyük mesajlar verirdi.
Masaların, Helen seramiklerindeki tasvirleriyle ilgili en dikkat çekici unsur ise tartışmasız altında sadık dostlarımız olan köpeklerin dinleniyor olmasıydı. Zenginlik ve bolluk içinde bir yaşamın sembolü olan bu köpeklerin ne amaçla kullanıldığının en açık ifadesi Homeros’tan gelir. Odysseus destanında sofra köpeklerinden ‘efendileri tarafından gösteriş için beslenenler’ diye bahsedilir. Dolayısıyla, görkemli bir ziyafetin en önemli rollerinden biri onların varlığı ile ilişkilendirilebilir.
Helenler, Roma dönemine kadar modern dolaplar yerine boyutları kullanım amaçlarına göre değişen sandıklar kullanır ve eşyalarını bu şekilde muhafaza ederlerdi. Örneğin, mücevherler için küçük ve zarif sandıklar kullanılırken, aletler ve kıyafetler gibi eşyalar için daha büyük sandıklar tercih ediliyordu. Vazolardaki tasvirlerde, bu sandıkların çoğunlukla kadınların mekanlarında yer aldığını görürüz. Dolayısıyla kadınların günlük yaşamda üstlendiği rollerden biri olan ev düzenini sağlamak ve eşyalarını düzenli bir şekilde muhafaza etmek için sandıkları kullandığı sonucunu çıkarabiliriz. Değişen boyutlarına rağmen formlarda bir ayrım gözetilmez, sandıklar her zaman aynı şekilde tasarlanırdı. Düz veya çatılı kapaklara sahiptiler ve zenginleştirilmek istenenler değerli malzemelerle süslenirdi. Sandığın yabancılar tarafından açılmaması için kapakta ve sandığın gövdesinde yer alan iki kulp bir ip ile birleştirilerek sıkıca bağlanır, ardından mühürlenirdi.
Gündelik kullanım eşyaları genellikle sandıklara yerleştirilmez onun yerine çivilerle duvara asılırdı. Raf olarak adlandırabileceğimiz ve bugün hala evlerimizde örneklerini görebileceğimiz bu pratik çözüm, tasvirlerde sıklıkla karşımıza çıkar. Araştırmalardan anladığımız kadarıyla, insanların, bu çeşit bir mobilya kullanmanın avantajlarından faydalanarak mekanları düzenlediğini söyleyebiliriz.
EV İÇİ LÜKS GÖSTERGESİ: KYKLİKEİON
Değineceğimiz son mobilya, varlığı itibarıyla ev içi lüks göstergesi olarak adlandırılabilir. Kyklikeion isimli bu mobilya, altın veya gümüş kaplar, heykeller veya benzer şeylerin korunaklı bir şekilde muhafaza edilmesi ve aynı zamanda sergilenmesi için kullanılıyordu. Günümüzde büfe ile benzer özelliklere sahip bu mobilya; vazo resimleri, kabartma veya diğer tasvirlerde pek görünmez. Bu durum, kyklikeionun özellikle ayrıcalıklı bir kesime ait olduğunu ve günlük yaşamda yaygın olarak kullanılmadığını gösteren işaretlerden birisidir.
Antik dönemdeki lüks mobilyaların, günlük yaşamda nasıl bir rol oynadığına dair ipuçları arıyorsak, Filozof Theophrastos’un ‘Karakterler’ adlı eserinde geçen bir bölüme özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Eserde, bir erkeğin yatağında uzanırken, karısına sandığın ve kyklikeionun mühürlü olup olmadığını sorduğu anlatılır. Demek ki antik dönemdeki lüks mobilyalar, sadece görsel bir estetik unsur olmaktan öte, aynı zamanda değerli eşyaların korunaklı ve güvenli bir şekilde muhafaza edilmesini sağlamada önemli bir role sahipti.
MOBİLYALAR, HALA KİM OLDUĞUMUZU ANLATAN SİMGELERDEN BİRİ Mİ?
Efendim, gelin şimdiye kadar konuştuklarımızı bir toparlayalım. Antik Helen dünyasında çok sayıda mobilya olduğunu, özellikle belli başlı olanların hemen her evde karşımıza çıktığını, bunların kullanılan malzeme ve tasarım detayları ile ekonomik olarak sınıflandığını söyledik. Yine mobilyaların, Antik Helen toplumundaki rolünün sadece günlük yaşamın konforu ve işleviyle sınırlı kalmadığının, aynı zamanda bir nevi güç sembolü olarak, sosyal statü ve zenginliği temsil ettiğinin de altını çizdik.
Vazo resimleri ve edebi metinlerdeki tasvirler üzerinden, mobilyaların, sosyal statüyü ifade etmede ve kişinin saygınlığını vurgulamada nasıl kullanıldığını örneklerle gösterdik. Yani, klismos sandalyelerin zarifliği, tahtların asaleti, diphros’un mütevazılığı ve klinelerin ziyafetlerdeki önemi gibi örneklerle, mobilyaların, işlevsel olmanın ötesinde estetik ve sembolik bir değer taşıdığını kanıtladık. Peki geçmişten günümüze uzandığımızda, mobilyalar, hala kim olduğumuzu anlatan en güçlü simgelerden biri olmaya devam ediyor mu?
Şimdilerde mobilyaların işlevi ve tasarımı, insanların; zevkleri, değerleri, yaşam tarzları ve hatta siyasi tercihleri hakkında bile ipuçları verebilir. Tıpkı Antik Helen’de olduğu gibi, bugün de sosyal statüsü daha yüksek olan insanlar tercihlerinde fark yaratmayı arzularlar. Bu nedenle, pek çok meslek grubu çalışma alanlarını belirli kriterlere göre düzenler. Özellikle yöneticilerin odaları genellikle diğer çalışanlardan farklı tasarlanır ve daha gösterişli mobilyalar tercih edilir. Bir restorana girdiğinizde, tercih edilen mobilyaların ödeyeceğiniz hesap hakkında fikir verme potansiyeli vardır. Tüm bu ve benzeri gözlemler mobilyaların günlük yaşamın sessiz tanıkları olarak sosyal, kültürel ve ekonomik dinamiklerimizi anlamada hala oldukça etkin bir rol üstlendiğini gösterir. Peki, mobilya tercihlerinizin, kimliğiniz hakkında neler söyleyebileceğini hiç düşündünüz mü?