1492 senesi İspanyollar için fetih yılıdır. Granada, Müslümanların elinden alınmış ve İber yarımadasındaki İslam hâkimiyeti son bulmuştur. İspanyollar bu yıla Yeniden Fetih yılı demiştir. Aynı yıl Kristof Kolomb Yeni Dünyayı keşfetti. Yine aynı yıl Museviler toplu olarak İber yarımadasından sürüldü. Aynı yıl içerisinde Aragon Kralı II. Fernando (Ferdinand) ve Castille Kraliçesi I. Isabel evlendi ve İspanya tek bayrak altında toplandı. Bu olay sonucunda iç çatışmalar bitirilmiş ve İspanya güçlenmeye başlamıştır. Bu olaylardan sonra İspanya denizaşırı topraklara gözünü dikmiştir.
Avrupa, doğunun zenginlikleri için Haçlı Seferleri düzenlemiş ve başarısız olmuştur. Bu yüzden farklı yollar denemeye başvurmuşlardır. Bu süreçte coğrafya ve denizcilik alanlarına yoğunlaşmaya başladılar. 1492 yılında Genoalı denizci Kristof Kolomb İspanya bayrağı altına girdi ve keşif hareketlerine başladı. Sürekli batıya giderek Asya’nın zenginliklerine ulaşacağını düşünen Kolomb, 4 adet sefer düzenlemiş ve hepsinde de Yeni Dünyaya ulaşmıştı. Fakat Kolomb ölene dek ulaştığı yerleri hep Hindistan olarak bilecekti. Kolomb, Mezoamerika’nın her bir bölgesini keşfetmişti fakat oranın yeni bir kıta olduğunu ortaya çıkaran kişi İspanya ve Portekiz adına seferler düzenleyen Amerigo Vespucci olmuştu. Bazı söylentilere göre kıtanın ismi, bu kişinin isminden esinlenilmişti. Flemenk haritacı Gerardus Mercator 1538 yılında çizdiği haritada bölgeye Amerika ismini vermişti.
Gerardus Mercator tarafından çizilen harita.
Kıtayı tekrardan keşfetmeye giden denizciler buralarda tarihin en eski çağlarından kalma halklarla karşılaştılar. Karşılaştıkları yerli halkı denizciler “Barbar” olarak adlandırdılar. İspanyollar kıtaya ayak bastıklarında Latin Amerika’da 3 büyük medeniyet hüküm sürüyordu; Mayalar, İnkalar ve Aztekler. Keşif hareketleri bittikten sonra İspanyollar fetih hareketlerine başladılar. Bu hareketler kapsamında ilk olarak bu medeniyetleri ortadan kaldırdılar. Keşfettikleri bölgelerdeki uygarlıkları görmezden gelen İspanyollar, buradaki fetihlerini meşrulaştırmak için bazı savlar kullanmışlardır. Bu savlar; ayinler yaparak insan kurban ettikleri, yamyamlık, sodomi ve ensest uygulamalara başvurarak tabii yasaları çiğnedikleri savıdır.
İspanyollar buradaki fetihlerde askeri teknoloji ve halkların arasındaki düşmanlıktan yararlanmışlardır. Ayrıca halkları etkileyen bir diğer önemli husus da Avrupalıların beraberlerinde getirdikleri salgın hastalıklardır. Veba, kızamık, kabakulak, grip ve çiçek gibi hastalıklara buradaki yerliler dirençli değillerdi. Amerika’nın çoğu bölgesine sıçrayan bu hastalıklar bazı bölgelerde yerli halkın yüzde 90’ını öldürdü. Dolayısıyla İspanyolların buradaki fetih hareketlerinde salgın hastalıklar, teknolojik üstünlük ve yerli halkların arasındaki düşmanlık önemli bir rol oynamıştır.
Kıta’da İspanyol Yayılmacılığı
İspanyol fatihlerden Hernan Cortes’in Meksika’yı, Francisco Pizzaro’nun da Peru’yu fethetmesi büyük önem taşır. Cortes, Aztek uygarlığını, Pizzaro ise İnkaları tamamıyla yok ettiler. Burada elde ettikleri ganimetleri İspanya’ya gönderdiler. Gönderilen bu ganimetler ile Büyük İspanya Krallığının kurulmasında pay sahibi oldular. Buralarda esir edilen halk ise İspanya’ya gönderilerek köle pazarlarında satılmaya başlandı.
Bu fetih hareketleri sırasında önemli maden kaynakları da bulunmuştu. Bulunan madenler neticesinde kıtanın çehresi değişmeye başlamıştı. Burada bulunun madenlerde Avrupa ve Afrika’da çıkarılan madenlerin kat kat fazlası çıkartılıyordu. Bundan ötürü kıtaya, insan, makine ve hayvan akını başlamıştı. Bu maden noktalarından ilki Potosi (Bolivya) idi ve buraya gelen insanlar, makineler ve hayvanlar bölgeyi istila etmişlerdi. Buradan sonraki nokta ise Zacatecas (Meksika) bölgesiydi. Bu iki bölge İspanya’nın kalkınmasında kilit rol oynamıştı.
Fetih hareketlerinde Orta Çağ Avrupası’nda her konuda görüldüğü gibi bu konuda da din etkeni görülmüştür. Valencialı Papa VI. Alexander, Kraliçe Isabel’i Yeni Dünya Kraliçesi ilan etmiş ve İspanya ile beraber tanrının topraklarını da yeryüzünde büyütmeyi amaçlamıştı. Bu olaydan sonra İspanyol fatihler, fetih hareketlerini hem İspanya için hem de tanrı için yapmaya başlamışlardı. İspanya, bölgeleri fetheden askerlere fethettikleri yerleri yönetmeleri için vali veya krallık görevlisi gibi idari yetkiler vermeye başlamıştı. Böylece kıtada İspanyol teşkilatlanması ağır ağır oluşmaya başladı.
Misyonerlik Faaliyetleri
İspanyanın Yeni Dünya fetihleri esnasında buradaki halkı kendine daha çok bağlayabilmek ve tanrının yeryüzündeki topraklarını genişletebilmek adına Misyonerlik faaliyetleri yürütmeye başlamıştır.
Burada misyonerlik faaliyetlerini yürütebilmek adına Fransisken, Dominiken, Mersedaryos ve Ogusten isimli tarikatlar kurmuştur. Bu tarikatların başlıca hedefi buradaki yerli halkın Katolikliği daha hızlı ve kolay kabul etmesini sağlamaktır. Bu tarikatlar fetih hareketlerini takip eden 15 yıl içerisinde yaklaşık dört milyon yerliyi Katolik yapmıştır.
Buraya geldiklerinde buraya yapacakları ve dünyaya yapacakları kültür ve bilgi birikiminden belki de haberleri yoktu. Buraya gelen İspanyol rahipler burada yaşayan halkların yaşam biçimlerini not etmeye başladılar. Bunun sonucunda ortaya iki önemli eser çıktı. Fransisken misyonerlerinden Bernardino de Sahagun 12 ciltlik bir eser kaleme aldı. Ayrıca Dominiken misyoneri olan rahip Ramon Pane ise 26 bölümden oluşan antropolojik bir eser kaleme aldı.
Yerli halkın dilini öğrenmek misyonerler arasında oldukça yaygındı. Çünkü bu sayede halkla daha iyi iletişim kurup daha rahat şekilde faaliyetlerini yürütebilirlerdi. Ayrıca İspanyolcayı da halka öğretiyorlardı. Bu politikanın amacı İspanyolcanın konuşulma sahasını genişletmekti.
Yerli halkı vaaz ile eğitmeye çalışırken ayrıca buradaki insanlara Avrupa ve İspanya medeniyetini empoze ediyorlardı. Ayrıca burada dini öğretim haricinde İspanyol tarihi de öğretilmekteydi. Bu vaazlar sırasında misyonerler kendilerinin sorgulanmasını özellikle istemiştir. Çünkü halk sorgulayabileceklerini gördüklerinde daha ılımlı yaklaşacaklardı ki öyle de oldu. Bunları gören misyonerler zorlama faaliyetini askıya alıp vaaz yoluna daha çok başvurmaya başladı.
Bu tarikatlarca kurulan okullarda çocuklar eğitim görmekteydi. Genellikle orta sınıf halkın çocukları eğitimlerden yararlanmaktaydı. Çünkü eğitimli olan bir alt sınıf ileride burada kurulacak olan otoriteye karşı ayaklanabilirdi. Fakat daha iyi yaşam şartı olan orta ve yüksek sınıf herhangi bir sorun teşkil etmeyecekti.
Halk yeni getirilen dine karşı bazı tepkiler vermişti;
1-Hıristiyanlığın açıkça reddi.
2-Hıristiyan kimliği altında paganlığın sürmesi.
3-Yeni dinin kabulü ve eskisinden vazgeçilmesi.
4-İki dinin sentezlenmesi.
Sonuç olarak misyonerler öncelikli amaçları olan Katolisizmin yayılması konusunda göreceli bir başarı sağlamıştır. Kullandıkları teknikler yerlileri etkilemeyi başarabilmişti. Fakat misyonerlerin getirdiği Katoliklik aynı kalmamış ve paganlık ile sentezlenip ortaya karma bir Katoliklik çıkmıştır.
İspanya’nın Latin Amerika’daki Sömürge Yönetimi
Sömürgelere yönelik merkezi yönetimle amaçlanan anavatanda kurulmuş olan otoritenin kolonilere de yayılması, dolayısıyla Yeni Dünya’daki özerk yönetimlerin denetim altında tutulmasıdır.
Ele geçirilen yerler İspanya tacına ait olduğundan her iki yerdeki yönetim benzemeliydi ki öyle de oldu. Taht, buradaki idareleri metropolden yönetme ve İspanyol geleneğine göre şekillendirme yoluna başvurdu. İlk olarak bölgelere merkeze bağlı valiler atandı. Böylelikle sömürgeler genel valiliklere bölündü; Yeni İspanya, Peru, Yeni Granada ve La Plata burada kurulan visrualıklardır. Bu visrualıklar krallıklara ve bölgelere ayrılmışlardı. Bölgelerin başlarında ise Corregidor ya da Alcalde Mayor unvanlı kişiler bulunuyordu. Bazı bölgeler ise visrualıklara dahi bağlı değildi. Bu bölgeler doğrudan doğruya Krala bağlıydılar.
İspanyol Amerikasındaki en büyük yenilik ise V. Karl tarafından kurulan Casa de Contratacion ile işbirliği içinde olan Yerliler Konsülü idi. Bu iki kurum sömürge bürokrasisinin tepesine yöneticiler atayarak işlemesinden sorumluydular. Yerliler Konsülü, yazışma, ve teftişlerden hareket ederek hükümdarın önerdiği kanunları koyuyor, yerlileri koruyor ve istinaf mahkemesi rolünü üstleniyordu. Yerliler Konsülü XVI. yüzyılda sömürge valilerinin başlarına buyruk davranmasının engelliyordu. Ancak İspanyol Amerikasındaki siyasi bütünlük hiçbir zaman tam olarak sağlanamamıştır. Bunun nedeni ise bu bölgenin yönetim merkezinden çok uzakta olmasıdır. Kurulan sistem ise başlarda çok iyi işlese de zaman geçtikçe bozulmaya başlamıştır. Bozulmadan ötürü İspanyol idareciler kendi hâkimiyetlerini ilan etmeye başlamışlardır. Fatihler artık kendi yönettikleri bölgede bağımsızlıklarını artırmış ve feodal yönetimler kurmuştur.
Buradaki yöneticiler kendilerini soylu olarak görmüşlerdir. Halkla aralarındaki ilişkiyi senyör-serf olarak görmüşlerdir. Bu ilişkinin Yeni Dünyadaki adı Encomiendo’dur. Encomiendo, yerlilerin, onlara Hristiyanlığa kazandırmak ve de korumak üzere görevlendirilmiş İspanyol’un emrine, onun kişisel hizmetine girme, ya da topraklarında tarım yaparak, maden çıkararak çalışma yükümlülüğü altında verilmesidir. Bu sistem teoride kâr gayesi gütmüyordu fakat İspanyol Amerikasında pek çok olumsuzluğu beraberinde getirmiştir. Encomiendo’lar artık bu görevlerini yerine getirmemeye başlamışlardı. Aristotales’in doğuştan kölelik yaklaşımını kendilerine dayanak almışlardı. Kendi hâkimiyet alanlarında çalışanları artık ölesiye çalışmaya zorlamaya başlamışlardı. Böylece bu sistem köleliği ortaya çıkarmıştı.
Aslında İspanya’nın Katolik kralları Amerika’nın sömürgeleştirilmesini değil bir eyalet olmasını istiyorlardı. Çünkü sömürgeleştirmeye özümseme olarak bakıyorlardı. Onlara göre İspanyollar ve yerliler ortak bir halk oluşturmalıydı ve İspanyol örflerini aktarmalıydılar. Nitekim sistemin bozulduğu dönemde kral yerlilerin köleleştirilmemesi ile ilgili bir kanun çıkartmıştı. Fakat bölge yöneticileri bunlara kulak asmayıp bildiklerini okumaya devam etmişlerdi. Ana yönetim merkezinin uzakta olmasını fırsat bilen idareciler burada kendi otoritelerini sağlama almayı bilmişlerdi. XIX. yüzyılın başlarında feodal idarecilere karşı bir direniş başlamıştı. Direnişin nedeni ise Fransa’nın İspanyayı işgal etmesinden kaynaklıydı. Napolyon Bonaparte, İspanya Krallığının başına kardeşini geçirmişti. Amerika’daki halk ise başka bir ülkenin idaresi altına girmeyeceklerini belirterek isyan başlatmışlardı. İsyan başlatan kesim ise yerli halk değil Kreol denen bölgedeki İspanyol halktı.
Napolyon Bonaparte’ın kardeşi İspanya Kralı Joseph Bonaparte.
Bağımsızlık Mücadelesi
1809 yılında Caracas’a gelen Fransa idaresindeki İspanyol yönetimi, Kral olarak Joseph Bonaparte’ı tanımalarını istedi. Bu olay üzerine Caracas’ta büyük bir tepki patlak verdi. 1810 yılında Latin Amerika’nın büyük şehirlerinde Fransız karşıtı ve tam bağımsızlık isteyen cuntalar kurulmaya başlandı. Belli bir süre sonra bölge valileri ile cuntaların arası açıldı çünkü valiler cuntaların asıl niyetini anlamıştı.
Venezuela’daki bağımsızlık hareketi diğer bölgelerdeki hareketlere göre daha hızlı olgunlaştı. Böylece İspanyol yönetiminden ayrılan ilk bölge Venezuela oldu. Bu yolda öne çıkan isimler ise Francisco de Miranda ve Simon Bolivardı. Miranda 1806 yılında Venezuela’da başarısız bir darbe girişiminde bulundu. Pek çok kişi onu destekliyordu. Simon Bolivar ve onun gibi gençler o’nun takipçisi olmuşlardı. Kendi bağımsız devletlerini kurmak istiyorlardı. Venezuela bağımsızlık için hazır olsa da Caracaslı elitler geçici yönetim istiyorlardı. Çünkü onlar İspanya’ya değil Fransa’ya karşıydılar. Bu süreç içerisinde kölelik kaldırıldı, yerliler vergilerden muaf tutuldu ve ticaret engeli kaldırıldı. Kral tutsakken cuntacı Kreollar kendileri bile fark etmeden devrimci olmuşlardı. Böylelikle artık Fransa’ya karşı değil İspanyaya karşı da bir bağımsızlık mücadelesine giriştiler. 1810 yılında Caracas’ta başlayan ve 1813’te son bulan devrimci eylem, Bolivar’ın tek çatı altında bir devlet hayali ile değil 6 ayrı devlet kurulmasıyla son buldu; Venezuela, Kolombiya, Panama, Peru ve Bolivya.
Simon Bolivar.
Venezuela’nın bağımsızlığının ardından ülkede Kralcılar ve Cumhuriyetçiler arasında bir iç savaş başladı. İç savaş sürerken ülkeye çok büyük zararlar veren bir deprem oldu. Depremle beraber ülkenin dengesi iyice bozulmuştu. Bu koşullardan yararlanmak isteyen İspanyol yönetiminin elçisi Juan Domingo de Monteverde kraliyet ordusunun başına geçip Cumhuriyetçilerle savaşmaya başladı. İspanya’nın hızlı ilerleyişinin ardından Venezuela’da de Miranda başkomutanlığa getirildi. Fakat İspanyolların ilerleyişi ve aldıkları mağlubiyetler sonucunda Miranda teslim oldu ve ateşkes anlaşması imzalandı. Miranda’nın bu hareketini hıyanet olarak gören Bolivar direnişin başına geçti. Venezuela’dan ayrılan Bolivar Yeni Granada’nın (Kolombiya) Cartagena limanına ulaştı. Burada bir manifesto yayımladı.
Bolivar Latin Amerika’nın kurtuluşu için bütün halkın bir bütün olarak direnmesi gerektiğini söylüyordu. Bolivar, Cartagena’da cumhuriyetçilerin desteğiyle Venezuela’nın kurtulmasını sağlayacak olan ordunun başına geçti. 15 Temmuz 1813’te Trujillo’da ünlü kararnamesini yayımladı. Buna göre İspanyollar ve Kanaryalılar fiilen Amerika’nın özgürlüğünün savunuculuğunu yapmadıkları sürece tarafsız bile olsa öldürüleceklerdi. Amerikalılar ise neyi savunurlarsa savunsunlar bağışlanacaklardı. Bu kararname ile silahlanan Bolivar ve ordusu büyüyerek doğuya doğru ilerlediler. Bolivar öncelikle Yeni Granada’nın egemenliğini sağlama alabilmek için İspanyol güçlerini etkisiz hale getirmeliydi. En yakın merkez ise Caracas’taydı. 1813’te Caracas’a girerek güçlü bir hükümet kurdu. Bolivarın bu harekâtına Admiral Campaigne dendi. Caracas’ı alan Bolivar’a ise El Libartador (kurtarıcı) dendi. Cumhuriyetçiler ülkenin yönetimini somut olarak 6 Ağustos 1813’ten 15 Haziran 1814’e kadar ellerinde tutmuştur. Bu dönemde toparlanan İspanya ise buraya bir harekât düzenleyerek Cumhuriyetçileri geri püskürtmeyi başarmışlardır. Bunun üzerine Bolivar Jamaika’ya kaçtı ve Latin Amerika hayalini anlattığı “Jamaika’dan Mektup” eserini yazdı. Bolivar yalnızca Venezuela’yı değil tüm Amerika’yı kurtarmak istiyordu. Bolivar Haiti’ye geçti ve buradan aldığı askeri destekle Venezuela’ya hareket etti. Bolivar burada bir zafer kazandı ve Kolombiya’ya yürüdü. Burada İspanyollar ile karşılaşan Bolivar bir galibiyet daha aldı ve buradan Bogota’ya geçti. Aralık 1819’da resmen Kolombiya devleti kuruldu ve başına Bolivar getirildi. Federasyon olan bu devlet 3 bölümden oluşmaktaydı; Kolombiya, Venezuela, Ekvador. Ancak Kolombiya haricindeki bölgeler hala İspanyol denetimindeydi. 1821 yılında Venezuela 1822 yılında ise Ekvador kurtarıldı. İspanyollar ile yapılan son savaş 1824 tarihinde yapıldı. Peru’nun bağımsızlığı için yapılan bu savaştan sonra Latin Amerika’daki İspanyol denetimi son buldu. 6 Ağustos 1825 tarihinde ise Kuzey Peru kurtarıcısının adını ve resmen Bolivya oldu.
Bağımsızlık mücadelesinin ardından Yeni Granada, Venezuela ve Ekvador devletlerinin sınırlarını gösteren harita (1855).
Bolivar, yegâne isteği olan Birleşik Amerika Devletini kuramamıştı. Ülkeler arasındaki anlaşmazlıklardan dolayı daha o hayattayken devletlerin bugünkü sınırları çizilmişti.