Mekân her şeyin, zaman ise tüm vakaların ölçüsüdür. Mekân ile zaman birleştiği çağda ulusun tarihi başlar. Bu sıradan bir özdeyiş olarak değerlendirilecek tespit değildir.
Gerçekten de Almanların, İtalyanların veya Hint halklarının yıllıklarına baktığımızda bu milletlerin binlerce yıllık tarihlerindeki büyük başarıların önemli bir kısmının mekân tuttukları bölgelerle bağlantısı meselesi akla gelmektedir. Elbette kadim Roma demek bugünkü İtalya demek değildir, lakin İtalyalılar tarihî kökleriyle övünebilmektedir. Bu övünç, yersiz değildir. Bunun gibi eski Gotlar ile bugünkü Almanlar da aynı ulus değildir, fakat onlar da Almanya’nın zengin tarihî geçmişinin bir parçasıdır. Çok uluslu zengin bir kültüre sahip eski Hindistan ile bugünkü Hint halkını tarihî süreçte kesintisiz gelişmesini sürdüren tek bir medeniyet olarak kabul etmek mümkündür.
Bu, tarihe doğru bakabilmenin sonucudur. Zira bu şekilde köklerimizi bilme, derinlemesine eğilerek millî tarihimizin karmaşık sorunlarını çözme imkânı doğmaktadır.
Kazakistan tarihi de parça parça ele alındığında değil ancak çağcıl bilim penceresinden bir bütün olarak bakıldığında anlaşılabilecektir. Bunun için gerekli dayanaklarımız da mevcuttur.
Birinci olarak, yaptıkları katkılar aşağıda ele alınacak ilk devlet örgütlenmelerin tamamı Kazakistan bölgesinde kurulmuş ve Kazak etnik kimliğinin başlıca unsurlarını meydana getirmiştir.
İkinci olarak, söz konusu ettiğimiz büyük kültürel başarılar dışarıdan getirilip önümüze hazır biçimde konmamıştır, bilakis bunların büyük kısmı bu uçsuz bucaksız ülkede medyana gelmiş, sonra da Batı’ya, Doğu’ya, Kuzey’e ve Güney’e yayılmıştır.
Üçüncü olarak, son yıllarda ele geçen tarihî buluntular, atalarımızın kendi devirlerindeki en gelişmişi ve en ileri teknolojik yeniliklerle doğrudan ilgili olduğunu ispat etmektedir. Bu buluntular, Büyük Bozkır’ın dünya tarihindeki yerine yeni bir bakış açısıyla bakma imkânı vermektedir.
Esasen bazı Kazak boy ve uyruklarının adları “Kazak” adından asırlarca önce mevcuttu. Bu da bizim millî tarihimizin köklerinin bugüne değin ifade edilen çağlardan çok öncelere dayandığını göstermektedir. Avrupai bakış açısı Sakalar, Hunlar gibi bugünkü Türk halklarının tarihî ataları sayılan etnik toplulukların, tarihî teşekkülümüzün ayrılmaz parçaları olduğu gerçeğini görmemize engel oldu.
Diğer yandan uzun yıllardan beri bu topraklarda yaşayagelen etnik unsurlar için de ortak bir Kazakistan tarihi kavramın varlığından söz etmek lazımdır. Bu, çeşitli etnik unsurların birçok büyük şahsiyeti vasıtasıyla kendi katkılarını yaptıkları bütün halkımızın ortak tarihidir.
Bugün tarihimize doğru ve dikkatli bakmamız gerek. Ancak herhangi bir tarihî vakayı yalnızca seçici ve topludurumluk (konjonktürel) açıdan değerlendirmek doğru değildir. Ak ile kara birbirinden ayrılmaz kavramlardır. Bunlar birleştikleri zaman kişilerin de toplumların da hayatlarına benzersiz renkler katarlar. Bizim tarihimizde acılı devirler ile üzücü olaylar, kanlı savaşlar ile çarpışmalar, toplum açısından tehlikeli sınavlar ile siyasi ovuşturma ve sürgünler az değildir. Bunları unutmaya hakkımız yok. Çok yönlü ve geniş tarihimizi doğru anlayarak olduğu gibi kabul etmemiz gerektir.
Biz başka ulusların rollerini küçülterek kendi büyüklüğümüzü göstermek çabasında değiliz. Tam tersine sağlam bilimlik belge ve bilgilere dayanarak dünya tarihindeki rolümüzü dikkatli ve doğru biçimde tespit etmek zorundayız.
Büyük Bozkır’ın yedi yüzü, yedi yönü üzerinde duralım.
I. ULUS TARİHİNDE MEKÂN VE ZAMAN
Bizim ülkemiz birçok maddi kültürün unsurunun ortaya çıktığı toprak ve başladığı yerdir dersek mübalağa etmiş olmayız. Bugünkü toplumun vazgeçilmezleri hâline gelen birçok eşya, vaktiyle bizim ülkemizde icat edilmiştir. Büyük Bozkır’ı mekân tutan eski insanlar nice teknik şeyler icat etmişler, o vakte değin görülmemiş yeni araç ve gereçler yapmışlardır. Günümüzde insanoğlu, dünyanın dört köşesinde hâlâ kullanmaktadır. Eski yıllıklar, bugünkü Kazakların atalarının geniş Avrasya kıtasında siyasi ve iktisadi tarihin gidişatını defalarca kökünden değiştirdiğini ortaya koymaktadır.
1. Ata Binme Kültürü
Ata binme kültürü ve at yetiştiriciliğinin yeryüzüne Büyük Bozkır’dan yayıldığını tarih belirtmektedir.
Ülkemizin kuzeyinde bulunan Bakır Çağı’na ait Botay adlı yerleşim yerinde yapılan kazı çalışmaları atın ilk kez bugünkü Kazakistan topraklarında evcilleştirildiğini göstermektedir.
Atı evcilleştirme sayesinde atalarımız kendi dönemlerinde tarifi imkânsız bir üstünlüğe sahip oldular. Atın evcilleştirilmesi dünya çapında ise tarım ve askerlik alanlarında olağanüstü bir devrimin önünü açtı.
Atın ehlîleştirilmesi ata binme kültürünün de temellerini attı. Tepeden tırnağa silahlanarak çıplak ata binmiş heybetli askerlerin kurduğu göçebe imparatorlukları, tarih sahnesine çıktıları devrin simgesi hâline geldiler.
Bayrak taşıyan atlı asker tasviri, kahramanlar döneminin en tanınmış simgesi, aynı zamanda atlı askerlerin ortaya çıkmasıyla teşekkül eden göçebe dünyasının “kültürel kodları”nın önemli bir unsurudur.
Motorlu taşıtların gücü günümüzde bile hâlâ atın gücüyle ölçülmektedir. Bu gelenek ise yeryüzüne çıplak atlıların hâkim olduğu büyük devre gösterilen hürmetin ifadesidir.
Dünyanın her yerine kadim Kazak topraklarından yayılan bu büyük teknolojik devrimin meyvesini insanoğlunun on dokuzuncu yüzyıla değin yediğini unutmamalıyız.
Bugünkü giyim tarzının temel bileşenlerinin kökleri, Bozkır Medeniyeti’nin ilk dönemlerine değin uzanmaktadır. Ata binme kültürü, atlı askerin derli toplu giyiniş tarzını doğurdu. At üstünde rahat ve kullanışlı olması için atalarımız ilk kez giyimi alt ve üst olmak üzere ikiye ayırdılar. Böylece malum pantolonun ilk örneği meydana çıktı.
Bu ise atlı kişilerin at üstüne hüner göstermesine ve çarpışırken rahat hareket etmesine imkân sağladı. Bozkırda yaşayan halk, deri, keçe, kendir, yün ve kenevir pantolon diktiler. Binlerce yıl geçmesine rağmen bu giysi türü hiç değişmedi. Kazı çalışmalarında bulunan eski pantolonların bugünkü pantolonlardan hiçbir farkı yoktur.
Yine bugünkü bütün çizme çeşitleri, göçebelerin ata binerken giydikleri yumuşak ökçeli uzun deri çizmenin “mirasçıları” olduğu açıktır.
At üstünde gezen göçebeler, atlarına erkin binmek ve onları istedikleri gibi denetlemek için yüksek eyer ile üzengiyi icat ettiler. Bu buluş ise binicinin at üstünde çakılı kazık gibi sağlam oturmasına, ayrıca elindeki silahını da kolay ve verimli kullanmasına imkân sağladı.
Atalarımız çapmakta olan atın üstünde iken yay kullanmayı olabildiğince geliştirdiler. Buna bağlı olarak bu silahın yapısı da değişmiş, gittikçe daha karmaşık, kullanışlı ve güçlü olmaya başlamıştır. Arkasına kuş tüyü takılan demir uçlu ok, çelik zırhı delen bir silah hâline gelmiştir.
Kazakistan bölgesinde yaşamış Türk boylarının icat ettiği diğer bir teknoloji ise kılıçtır. Bu kılıçların düz ve eğik ağızlı türleri vardı. Bu silah daha sonra en önemli ve yaygın savaş aracına dönüştü.
Süvariyi ve bindiği atı korumaya yarayan zırhı da ilk yapan bizim atalarımızdır. Avrasya göçebelerinin olağanüstü askerî gücü teknolojisi olarak kabul edilen tepeden tırnağa demir kuşanmış atlı asker böylece ortaya çıktı. Ateşli silah icat edilip herkesçe kullanılmaya başlayıncaya değin atlı askerliğin gelişmesi, MÖ birinci binyıl ile MS birinci binyıl arasında göçebelerin uzun dönem boyunca tarihte görülmemiş askerî üstünlüğü temin eden asker türü olan süvari birliğinin oluşmasına hizmet etti.
2. Büyük Bozkır’da Madencilik
Maden üretimi yöntem ve tekniklerinin bulunması tarihte yeni bir çağ açtı ve insanlığın gelişme sürecini kökünden değiştirdi. Maden yatakları bakımından enikonu zengin olan Kazak toprakları, madenciliğin ortaya çıktığı ilk merkezlerden biridir. İlk çağlardan beri Kazakistan’ın orta, kuzey ve doğu bölgelerinde maden ocakları açılmış, tunç, bakır, çinko, gümüş ve altın alaşımları elde edilmeye başlamıştır.
Atalarımızın yeni ve dayanıklı madenler üretimini geliştirmesi, teknolojik açıdan hızlı bir şekilde ilerlemesini de sağladı. Kazı sırasında bulunan maden eritme ocakları, el yapımı süs eşyaları, eski çağlara ait ev eşyaları, savaş araç ve gereçleri bunu açıkça ortaya koymaktadır. Bütün bunlar eski çağlarda bizim topraklarımızdaki bozkır medeniyetinin teknolojik açıdan ne kadar hızlı geliştiğini göstermektedir.
3. Hayvan Üslubu
Bizim atalarımız doğa ile iç içe yaşamış ve kendilerini tabiatın ayrılmaz bir parçası saymışlardır. Bu temel hayat ilkesi, Büyük Bozkır toplulukların dünya görüşü ile değerlerini teşekkül ettirdi. Kazakistan’ın kendi yazısı ve mitleri bulunan eski sakinleri ileri bir kültüre sahipti.
Onların mirasının parlak görünüşü, estetik geçmişi ile manevi zenginliğinin sembölü, “hayvan üslubu” sanatıdır. Hayvan tasvirlerinin gündelik hayatta kullanılması insan-tabiat ilişkisinin simgesi sayılmış ve göçebelerin manevi istikametini de belirlemiştir.
Atalarımız yırtıcıların, bilhassa kedigiller familyasına mensup hayvanların resimlerini çokça çizmişlerdir. Bağımsız Kazakistan’ın simgelerinden birinin de yerli hayvanlar âleminde seyrek rastlanan vakur görünüşlü kar parsı olması da rastlantı değildir.
Bu bağlamda hayvan üslubu, atalarımızın olağanüstü bir sınai tecrübeye sahip olduğunu göstermektedir. Atalarımız oyarak tasvir etmeyi, metali işleme tekniğini, özellikle de bakır ile tunçtan döküm yapma ve altın varak hazırlamanın karmaşık yöntemlerini çok iyi biliyorlardı.
Umumen “hayvan üslubu” olgusu dünya sanatının zirvelerinden biri sayılmaktadır.
4. Altın Adam
Kökenlerimize ve geçmişimize yeni bir bakış açısıyla bakmamızı sağlayan ve bilim dünyasında heyecan uyandıran yenilik, 1969 yılında Kazakistan’ın Esik kurganında bulunan, sanat tarihçilerince “Kazakistanlı Tutanhamun” diye adlandırılan “Altın Adam”dır.
Bu asker, birçok esrarı çözüme kavuşturdu. Bizim atalarımız, bugün bile insanları hayrete düşürebilen, çok yüksek seviyeli sanat eserleri dünyaya getirmişlerdir. Askerin altınla kaplanmış giyimleri, eski ustaların altın işleme tekniklerini çok iyi bildiklerini göstermektedir. Diğer yandan bu yenilik, Bozkır Medeniyeti’nin yüksek gücünü ve estetiğini açığa çıkaran mitolojiyi de gözler önüne serdi.
Bozkır halkı öz önderine böyle tazim etmiş, onu güneş seviyesine çıkararak ululamıştır. Kurgandan çıkan süslü ve işlemeli eşyalar, eski atalarımızın bir entelektüellik geleneğine sahip olduğunu da göstermektedir. Askerin yanında bulunan gümüş kâselerin birinin üstünde oyularak yapılmış işaretler mevcuttur. Bu ise Orta Asya bölgesinde o güne değin bulunan en eski yazı örneğidir.
5. Türk Dünyasının Beşiği
Kazakların ve diğer Avrasya halklarının tarihinde Altay çok önemli yere sahiptir. Bu yüce dağlar, asırlar boyunca yalnızca Kazak ülkesinin tacı değil aynı zamanda Türk dünyasının da beşiği sayılmaktadır. İşte tam bu yörede MS birinci binyılın ortalarında Türk dünyası teşekkül etmiş ve Büyük Bozkır’ın bağrında yeni bir dönem başlamıştır.
Tarih ve coğrafya, Türk devletleri ile büyük göçebe imparatorlukları sürekliliğinin çok özel bir modelini oluşturdu. Bu devletler uzun vakit boyunca birbirinin yerini alarak Orta Çağ Kazakistan’ında silinmez iktisadi, siyasi ve kültürel izler bıraktılar.
Bu büyük coğrafyayı ellerinde tutup yönetmeyi başaran Türkler, uçsuz bucaksız bozkırda göçer ve yerleşik medeniyetin nevi şahsına münhasır örneğini teşkil etmiş; sanat, bilim ve ticaret merkezine dönüşen Orta Çağ şehirlerinin gelişmesinin önünü açmıştır. Mesela Orta Çağ’daki Otırar şehri, evrenlik medeniyetin büyük düşünürlerinden biri olan Ebu Nâsır El-Farabi’yi dünyaya getirirken Türk uluslarının manevi önderlerinden biri olan Hoca Ahmet Yesevi de Türkistan şehrinde yaşamış ve öğretisini yaymıştır.
6. Büyük İpek Yolu
Ülkemizin coğrafi bakımdan çok elverişli bir bölgede yani Avrasya kıtasının merkezinde bulunması, eskiden beri türlü devletler ve medeniyetler arasında dehlizler kurulmasına etki etmiştir. Miladın ilk yıllarından itibaren bu yollar, Büyük Avrasya’nın doğusu ile batısı, kuzeyi ile güneyi arasındaki ticaret ve kültür ilişkilerinin kıtalararası ağına yani Büyük İpek Yolu sistemine dönüştü.
Bu yol, halklar arasındaki ticari mal dolaşımı ile entelektüel iş birliğinin oluşup gelişmesinde daimi bir platform rolü üstlendi.
Kervan yollarını inşa edip emniyetini sağlayan Büyük Bozkır halkı, İlk Çağ ve Orta Çağ’daki çok önemli ticari ilişkilerin de başlıca aracısı sayıldı. Bozkır’ın yüzü Çin, Hint, Fars, Akdeniz, Yakın Doğu ve İslav medeniyetlerini birbiriyle buluşturdu.
İlk ortaya çıktığı andan itibaren Büyük İpek Yolu haritası esasen Türk imparatorluklarının topraklarını içine alıyordu. Orta Asya’ya Türklerin hükümran olduğu dönemde Büyük İpek Yolu, yükselişinin son sınırına ulaşmış, uluslararası iktisadın artmasında ve kültürün gelişmesinde büyük rol oynamıştır.
7. Elma ve Lalenin Ana Vatanı
Yüce Alataw’ın yamaçlarının elma ve lalenin ana vatanı olduğu ilmî açıdan ispatlanmıştır. Çok sıradan olmasına rağmen bütün dünya için büyük öneme sahip bulunan bu bitkiler burada tomurcuklanıp yeryüzüne yayılmıştır. Kazakistan bugün de dünyadaki bütün elmaların atası sayılan kırmızı elmanın (malus sieversii) ana vatanı olarak bilinmektedir. Bu cins, en yaygın meyve türünü dünyaya armağan etmiştir. Hepimizin bildiği elma, bizdeki elmanın genetik bir cinsidir. Bu cins, Kazakistan bölgesindeki İle Alatawı yamaçlarından Büyük İpek Yolu’nun eski güzergâhı vasıtasıyla ilkin Akdeniz’e, oradan da bütün dünyaya yayılmıştır. Bu tanınmış yemişin derin tarihinin simgesi olarak yurdumuzun güneyindeki en güzel şehirlerden biri Almatı diye adlandırıldı.
Kazakistan sınırları içindeki Şuw ve İle dağlarının eteklerinde bugün hâlâ bitkiler âleminin cevheri sayılan ekin lalesinin (Regel lalesi) ilk türlerine rastlanmaktadır. Bu güzel bitkiler bizim vatanımızda Tanrı Dağları’nın eteği ile yarı çöl bozkırın birleştiği yerde meydan çıkmıştır. Kazak yurdunun bu basit ve özel çiçekleri güzelliği ile birçok ulusun yüreğini fethetmiş ve yavaş yavaş bütün dünyaya yayılmıştır.
Bugün yeryüzünde üç binden artık lale türü vardır ve bunların büyük çoğunluğu bizim bozkır lalelerinin torunlarıdır. Hâlihazırda Kazakistan’da otuz beş tür lale yetişmektedir.