İTTİFAKIN BAŞLANGICI: TÜRKİYE’NİN NATO ’YA GİRİŞ SÜRECİ
Kasım 02, 2024

Giriş

Türkiye’nin NATO’ya girişi ve NATO içerisindeki rolü, örgüte kabul edildiği 1952 yılından günümüze kadar birçok tartışma ve eleştirilere konu olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeni kurulan genç Cumhuriyet 10 senelik savaş yorgunluğunu atmaya çalışmış, Almanya ve İtalya’daki faşist iktidarların yükselişiyle birlikte yeni savaşın kapıda olduğunu görmüş ve Sadabat Paktı, Balkan Antantı gibi güvenlik antlaşmaları yapmaya çalışmıştır.

İkinci Dünya Savaş’ında son ana kadar tarafsız kalmaya özen gösteren Türkiye, savaştan sonra kurulan çift kutuplu dünya düzeninde kendisine bir yer edinmeye çalışmıştır. Savaş sırasında ortaya çıkan ve sonrasında devam eden Sovyetler Birliği tehdidi Türkiye’nin Batı Bloğuna yaklaşmasına ve NATO’ya üye olmasına sebep olmuştur. Bu olaylar zinciri Soğuk Savaş’ın başlangıcından günümüze kadar Türkiye’nin dış politikasına yön veren önemli etkenlerdir.

İkinci Dünya Savaşı ve Sonrası Ana Hatlarıyla Türk Dış Politikası

İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin ana politikası savaştan uzak durarak, denge ve barış politikasını sağlamaktır. Ancak savaştan sonra değişen dünya düzeninde Türkiye bu politikayı sürdüremeyeceğini anlamıştır. Daha savaş öncesi ve sırasında Sovyetler Birliği’nin Boğazlar konusundaki talepkâr tutumu, Almanların yenilgisinden sonra güçlenen Sovyetler Birliği’nin baskıları ve toprak talepleri Türkiye’yi zaten yakın ilişkiler kurduğu Batı Bloğuna daha da yakınlaştırmıştır. Türkiye, Sovyetler Birliği’ne karşı Batılıların kurduğu bütün siyasal, askeri ve ekonomik oluşumlara katılmayı kendisine bir zorunluluk olarak görmüştür.[1]

Türkiye, Sovyetler Birliği’nin taleplerine karşı Amerika Birleşik Devletleri’nden destek almaya çalışmıştır. Amerika Birleşik Devletleri ise stratejik konumu bakımından Türkiye’yi Yunanistan ile birlikte, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e inmesinin önündeki en büyük engel olarak görmüştür. Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ile ittifak yapmak için her türlü kolaylık ve çabayı göstermiştir.[2]

Türkiye-ABD İlişkileri ve Türkiye’nin NATO’ya Girişine Etkileri

İkinci Dünya Savaşı sonrası ilişkilerin temeli Sovyetler Birliği tehdidi üzerine kurulmuştu. Türkiye için Amerika Birleşik Devletleri, savaş sonrası ortaya çıkan güç dengesinde savaştan yıpranarak çıkan İngiltere’nin yerine geçerek Sovyetler Birliği tehdidine karşı kendisini savunması için en önemli unsurdu. Amerika Birleşik Devletleri içinse Türkiye ve Boğazlar, Sovyetler Birliği’nin nüfuzuna bırakılamayacak kadar değerliydi. Boğazlar ve Türkiye, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’e inmesini engelleyen doğal sınırlardı. Amerika Birleşik Devletleri için, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu ve Boğazlara yerleşmesi Akdeniz’den Çin’e kadar uzanacak bir sosyalizm tehlikesi olarak görülmekteydi.

1947 yılına gelindiğinde Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’da düzeni sağlayıp çekilme niyetinin gerçekçi bir yaklaşım olmadığı görüldü. Savaşın kazananı olmasına rağmen Avrupa’da Sovyetler Birliği’ne karşı koyamayacağına inanan İngiltere, Sovyetler Birliği’ne karşı durabilecek tek devlet olan Amerika Birleşik Devletleri’ne sahneyi bırakmak zorunda kaldı. Şubat 1947’de İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri’ne gönderdiği notalarda Türkiye’nin Batı savunması için önemini belirterek, Türkiye’ye ekonomik ve askeri yardım yapılması gerektiğini, İngiltere’nin bunu yapamayacak güçte olduğunu, bu durumun Amerika Birleşik Devletleri’ne düştüğünü belirtmiştir.[3] Durumun farkında olan Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu’yu Sovyetler Birliği’nin nüfuzundan korumak için Türkiye’ye yardımın bir gereklilik olduğunun düşünmüş, bu ihtimalin geri dönülemez neticeleri olmaması için Türkiye’ye yardım başlatmıştır.

12 Mart 1947’de Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Harry Truman’ın Kongre’de yaptığı konuşma Truman Doktrini olarak isimlendirilir. Truman, Kongre’den Sovyetler Birliği’ne karşı Yunanistan ve Türkiye için 400 Milyon Dolarlık bir yardım istedi. Bu yardımın 100 Milyon Doları Türkiye’ye verilmiştir. Truman Doktrini, Türkiye-Amerika Birleşik Devletleri ittifakının Sovyetler Birliği’ne karşı somut bir göstergesi olmuştu. 12 Temmuz 1947’de, yardımı resmiyete kavuşturmak için yardım antlaşması imzalanmıştır. Antlaşmaya göre Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’ye askeri malzeme ve araç verecektir. Yol yapımı, limanların kurulması ve askeri üsler için ekonomik ve teknik destek sağlayacaktır.[4]

Truman Doktrini Türkiye için dış politikada yeni bir dönem başlatmıştır. Amerika Birleşik Devletleri ise bu doktrinle artık Batı siyasetinin bir numaralı aktörü haline gelmiştir. Batı politikalarının temeli artık Amerika Birleşik Devletleri’ne dayanmaktır.

1948 yılında Amerika Birleşik Devletleri Avrupa’nın yeniden inşası için Marshall Planı’nı ortaya koydu. Türkiye plana dâhil olmak istediyse de önceleri Amerika Birleşik Devletleri savaşa katılmadığı için Türkiye’ye yardım etmek istemedi. Fakat Türkiye, zamanla Amerika Birleşik Devletleri’ni ikna etmeyi başardı ve plana dâhil oldu. Marshall Planı’yla birlikte Türkiye, Amerika Birleşik Devleti’nin ekonomik ve askeri nüfuzuna girmeye başladı ve dış politikası da bu yönde şekillenmeye başladı. Türkiye’nin aldığı yardım yıkım yaşayan ülkelerin yanında ufak bir miktar olmuş, yapılan toplam yardımların sadece 1000/36’sı kadar yardım almıştır.[5]

1948 yılında Avrupa devletleri ile Amerika Birleşik Devletleri Sovyetler Birliği’ne karşı bir askeri ittifak birliği kurmak istediler. Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’de bu oluşumun içinde bulunmak istedi. Batılıların oluşturduğu her oluşuma katılmak isteyen Türkiye’nin talebi, Amerika Birleşik Devletleri tarafından reddedildi. Amerika Birleşik Devletleri Kasım 1948’de Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü yani kısaca NATO olacak oluşumun sadece Kuzey Atlantik ülkelerinden oluşacağını belirtti.[6] Sovyetler Birliği’ne Türkiye’yi bırakmak istemeyen, Amerika Birleşik Devletleri direkt bir ittifaktan da kaçınıyordu. Türkiye ise herhangi bir Ortadoğu veya Akdeniz ittifakıyla yetinmek istemiyordu. Bu tarihten 1952 yılına kadar, NATO’ya katılmak Türkiye’nin bir numaralı politikası olmuştur.

Kore Savaşına kadar Amerika Birleşik Devletleri, Truman Doktrini ve Marshall Planı ile Türkiye’ye verilenleri yeterli görüyordu. Türkiye’nin Sovyetler Birliğine karşı, kendisine olan ihtiyacını anlamakta, kendisi ile hareket etmekten başka bir çaresinin olmadığının farkındaydı. Amerika’nın Türkiye’ye somut güvenlik teminatı vermesi, dünyadaki gelişmelere bağlıydı. Böyle bir durum Kore Savaşı’nın başlamasına kadar ortaya çıkmayacaktı.[7]

Türkiye-Sovyetler Birliği İlişkisi, Boğazlar Meselesi ve Toprak Talepleri

Çarlık Rusya döneminden itibaren Boğazlara ve sıcak denizlere inmeye çalışan Rusya, Sovyetler Birliği kurulduktan özellikle Stalin iktidara geldikten sonra Boğazlar üzerindeki ertelemiş olduğu emellerini savaş sırasında tekrardan gündeme getirmeye başlamıştır. Savaşın başında Sovyetler Birliği Ekim 1939’da Boğazların birlikte savunulmasını teklif etmiştir. Sovyetler Birliği’nin bu talepleri savaş zamanında Türkiye’yi İngiltere’ye daha da yakınlaştırmış ve Sovyetler Birliği’nin Almanya ile kurduğu ittifak Türkiye üzerinde bir tedirginlik oluşturmuştur. Almanya’nın Haziran 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırısı Türkiye’yi rahatlatmış ama Potsdam Konferansında tekrar gündeme gelen Boğazlar konusu Türkiye’yi tekrardan tedirgin etmeye başlamıştır.[8]

Boğazların durumu dışında Sovyetler Birliği’nin diğer taleplerinden biri de Moskova Antlaşması ile Türkiye’ye verdiği Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne verilmesiydi. Savaşın bitmesine yakın bir tarihte, Mart 1945’te Sovyetler Birliği’nin 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması’nı tek taraflı olarak fesih ettiğini bildirmesi Türkiye’nin tedirginliğini daha da artırmış ve Sovyetler Birliği ile anlaşma yollarını aramaya başlamıştı. Sovyetler Birliği’nin Haziran 1945’te verdiği notada, Moskova Antlaşması’nın Sovyetler Birliği’nin zayıf olduğu bir zamanda imzalandığını, Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği’ne verilerek antlaşmanın eksiklerinin giderilmesi gerektiğini belirtmişti. Türkiye bu talepleri reddedip İngiltere’den destek istemiş, o günlerde İngiltere savaşın getirdiği yıkımla bu destek isteğine kayıtsız kalmak zorunda kalmıştı.[9]

Aralık 1945’de Moskova’da yayımlanan gazeteler Sovyetler Birliği vatandaşı Gürcü bir akademisyenin mektubunu yayımlamışlardı. Bu mektup Doğu Anadolu’nun Gürcistan Cumhuriyeti’nin toprakları olduğu ve bu toprakların Gürcistan Cumhuriyeti’ne iade edilmesi gerektiğini belirtiyordu. Boğazlardan sonra artık Doğu Anadolu da Sovyetler Birliği’nin apaçık tehdidi altındaydı. Bu gelişmeler Türkiye’nin Batı Bloğu ve Amerika Birleşik Devletleri’ne yakınlaşmasını daha da hızlandırmış ve Türkiye artık Sovyetler Birliği ile ortak bir çalışma içerisine giremeyeceğini anlamıştır.[10]

Kore Savaşı

Kore Savaşı hiç kuşkusuz Türkiye’nin NATO üyeliğindeki en büyük etkendir. 25 Nisan 1950’de patlak veren Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO üyeliği için gerekli ortamı hazırlamıştır. Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Güney Kore’ye yardım çağrısına kayıtsız kalmamış, bunu NATO’ya girmek için bir fırsat olarak görmüştür.[11]

Türkiye, NATO ve Amerika Birleşik Devletleri’nin güvenini olası bir Sovyetler Birliği saldırısına karşı kazanmaya çalışıyordu. Türkiye NATO’ya üye olamamıştı ve olası bir saldırıda Güney Kore’ye yapılan askeri desteğin kendisine verilmesini umuyordu. Bu sebeplerden dolayı Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Güney Kore’ye yardım çağrısına Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra cevap veren ikinci ülke olmuştur. Türkiye ilk kez sınırları dışında bir ülkeye asker yollamıştır. Bu karar Amerika Birleşik Devletleri tarafından olumlu karşılanmış ve bu kararın etkileri NATO’ya üye olma sürecinde büyük rol oynamıştır.[12]

Türkiye’nin NATO’ya Girişi

Kore Savaşı, Amerika Birleşik Devletleri’ne Türkiye’nin NATO’nun güney kanadını güçlendireceğini gösterdi. Türkiye’de Kore Savaşı’yla NATO’ya fayda sağlayacağını kanıtladı. Bazı küçük üyelerin muhalefetine rağmen Kore Savaşı’nın getirdiği destekle birlikte Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’nin üyeliğini destekledi ve Şubat 1952’de Yunanistan ile birlikte NATO’ya katılmasını sağladı.[13]

Sonuç

Türkiye’nin NATO’ya girişi savaştan sonra değişen dünya düzeninin ve coğrafyasından dolayı etrafındaki gelişmelerin getirdiği son noktadır. Türkiye daha önce bir tarafa yakın olsa da resmen bir kutbun tarafı olmuştur. NATO’ya girişinden sonra Türkiye’de anlayış ve politika değişimi kaçınılmaz olmuştur. Politikasını bu yöne adapte eden Türkiye, NATO’nun güvencesi altında Sovyetler Birliği’ne karşı bir sigorta elde etmiştir. NATO üyeliğinin en önemli etkeni ise Türk dış politikasının Amerika Birleşik Devletleri güdümüne girmesidir. Bu durumun Türkiye’nin dış politikasına etkileri günümüze kadar sürmeye devam etmektedir.

Türkiye’nin NATO üyeliği, üye bulunduğu 68 senede birçok tartışmaya konu olmuştur. İç politikada Amerika Birleşik Devletleri’nin güdümüne giren bir Türkiye olduğu eleştirisi her zaman yapılmıştır. Dış politikada ise Türkiye bu üyelik statüsünü kullanarak politikasını geliştirmiş, özellikle Ortadoğu’da çoğunluğu Müslüman olan tek NATO üyesi sıfatıyla politikalar yürütmüştür. Son yıllarda kamuoyunda gelişen NATO’ya ve üyeliğe karşı aleyhtarlık akabinde gelen tartışmalar dönemin Türkiye ve uluslararası şartları düşünülerek değerlendirilmelidir.

[1] Vefa Kurban, “1950-1960 Yıllarında Türkiye ile Sovyetler Birliği Arasındaki İlişkiler”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, (2014):255.

[2] Nasuh Uslu, “Çatlak İttifak 1947’den Günümüze Türk-Amerikan İlişkileri”, (2016, Nobel Yayıncılık, Ankara), 61-66.

[3] Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (İstanbul: Kronik Yayınları,2018), 366.

[4] Nasuh Uslu, “Çatlak İttifak 1947’den Günümüze Türk-Amerikan İlişkileri”, (2016, Nobel Yayıncılık, Ankara), 74-75.

[5] Cavit Mordoğan, “Türk-Amerikan İlişkilerinde Kriz Diplomasisi” (Yüksek Lisans Tezi, Atılım Üniversitesi, 2010), 76-77.

[6] Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası: İlkeler, Aktörler ve Uygulamalar, (Alfa Yayınları, İstanbul, 2017) 72.

[7] Nuri Karakaş, “Türk-Amerikan Siyasi İlişkileri (1939-1952)” (Doktora Tezi, Ege Üniversitesi, 2008), 352.

[8] Ali Balcı, Türkiye Dış Politikası: İlkeler, Aktörler ve Uygulamalar, (Alfa Yayınları, İstanbul, 2017) 64-68.

[9] Barış Ertem, “Türkiye Üzerindeki Sovyet Talepleri ve Türk-Sovyet İlişkileri (1939-1947),” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 3, sy.11 (2010):266.

[10] Fahir Armaoğlu, 20.Yüzyıl Siyasi Tarihi (İstanbul: Kronik Yayınları,2018), 326.

[11] Nuri Karakaş, “Türk-Amerikan Siyasi İlişkileri (1939-1952)” (Doktora Tezi, Ege Üniversitesi, 2008), 356.

[12] Cavit Mordoğan, “Türk-Amerikan İlişkilerinde Kriz Diplomasisi” (Yüksek Lisans Tezi, Atılım Üniversitesi, 2010), 78.

[13] Nasuh Uslu, “Çatlak İttifak 1947’den Günümüze Türk-Amerikan İlişkileri”, (2016, Nobel Yayıncılık, Ankara), 78.

Bu Haberi Paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.