Büyük İskender, tarihin en dikkat çeken isimlerinden biri olarak bilinir; bu unvanı sadece kazandığı savaşlar ve fethettiği topraklarla değil, aynı zamanda derin insanî özellikleri ve felsefeye olan ilgisiyle de hak etmiştir. Plutarkhos’un eserindeki anlatımında, İskender’in yalnızca bir asker ya da hükümdar olmadığı, içsel çatışmaları, merhameti ve manevi yönleriyle de dikkat çeken çok yönlü bir karakter olduğu vurgulanır. Plutarkhos’un biyografik yaklaşımla sunduğu bu eser, İskender’in hayatına dair detayları, antik dünya görüşleriyle harmanlayarak okuyuculara aktarmakta ve onun hem bireysel hem de evrensel değerlere sahip bir figür olarak tarih sahnesinde nasıl kalıcı bir iz bıraktığını gözler önüne sermektedir.
İskender’in soyu hem babası Filippos kanalıyla Herakles’e, hem de annesi Olümpias aracılığıyla Neoptolemaios’lara dayandırılarak köklü bir aile ağacı çerçevesinde ele alınır. Bu antik soya dair bilgiler, o dönemde soy kavramının önemini gösterirken İskender’in, özellikle çocukluk yıllarından itibaren kaderine olan inancı da şekillendirmiştir. Daha doğmadan önce annesi Olümpias’ın büyülere ve falcılara olan ilgisi, İskender’in yaşamına mistik bir hava katmış ve onun kaderinin farklı olacağına dair bir inanç oluşturmuştur. Bu tür inançlar, Plutarkhos’un anlatımıyla birleştiğinde İskender’in kendisini üstün ve kutsanmış bir kişi olarak gördüğü izlenimini desteklemektedir.
Küçüklüğünden itibaren zekâsı ve liderlik özellikleri ile dikkat çeken İskender, babasının yokluğunda Pers kralının elçilerini kabul eden genç bir prens olarak öne çıkmaktadır. Küçük yaşlarda bile babası Kral Filippos’un ötesine geçme arzusunu dile getiren İskender’in, bu istek ve azmi hayatı boyunca taşıdığı, adeta dünya sahnesini kendi gözüyle görmek istediği anlaşılmaktadır. Aristoteles gibi bir filozofun rehberliğinde eğitim almış olması, İskender’in düşünsel dünyasının da genişlemesine katkıda bulunmuş, hocasına olan saygısını Stagira şehrini yeniden inşa ettirerek göstermesi, onun yalnızca bir asker değil, kültüre ve bilgiye değer veren bir hükümdar olduğunu ortaya koymuştur. Aristoteles’in memleketini yeniden inşa ettirme kararı, İskender’in bilgiye ve felsefeye verdiği önemi göstermesinin yanı sıra, geçmişe ve hocalık müessesine olan vefasını da gözler önüne serer.
Bir savaşçı olarak İskender, sert, öfkeli ve ateşli bir mizaca sahipken, şan ve şöhret tutkusu olan bir insan profili çizmekten uzak durur. Onun, halkı ve askerleri üzerindeki etkisini yalnızca askeri gücüyle değil, aynı zamanda şefkatli yönüyle de kazandığını görmekteyiz. Savaş sırasında bile dostu Harpolos’tan kitap istemesi, savaşla yoğrulmuş bir hayatın içinde bile zihinsel beslenmeyi ihmal etmediğini gösterir. İskender’in dönemin felsefecilerine ve sanatçılarına duyduğu saygı, sanat ve bilgiye verdiği değeri açıkça ortaya koyarken, onun insanî ve entelektüel yanını da güçlendirir.
İskender’in öne çıkan bir diğer özelliği ise mütevazılığı ve paylaşımcılığıdır. Sofrasında herkesin eşit şekilde hizmet almasını sağlaması, nadir bulunan yiyecekleri bile çevresindekilerle paylaşması, onun askerlere ve yakınlarına karşı gösterdiği özeni işaret eder. İskender’in, kendisine sunulan en nadide yiyecekleri bile paylaşarak arkadaşlarına dağıtması, liderlik vasıfları arasında yer alan mütevazı ve adil kişiliğini ortaya koyar. Halkının ve askerlerinin kalbini kazanan bu tutumu, liderliğinde önemli bir pay sahibidir.
Ancak İskender’in yalnızca iyi bir kral ya da cömert bir lider olmakla kalmadığını, aynı zamanda merhamet sahibi olduğunu da görmekteyiz. Pers Kralı Dara’yı mağlup ettiğinde, düşmanın ailesine şefkatle yaklaşarak onları koruma altına alması ve hatta bu aileye hiçbir şekilde zarar vermemesi, o dönemin diğer liderlerinden onu ayıran en büyük özelliklerden biridir. Kadınlara karşı merhametli yaklaşımı, hatta kendi askerlerinden ikisinin tecavüz ettiği kadınların intikamını almak istemesi, İskender’in yalnızca askeri dehasıyla değil, aynı zamanda insani değerleriyle de anılmasını sağlamıştır.
İskender’in, seferleri sırasında karşılaştığı yerel kültürlere ve inançlara gösterdiği saygı da, onun felsefi düşünceleri ile hareket ettiğini göstermektedir. Mısır’da filozof Psammon’un düşüncelerinden etkilenerek “bütün insanların başında bir kral olarak tanrı bulunur” fikrini benimsemesi, kendisini sadece bir kral olarak değil, insanları yöneten bir varlık olarak da görmesini sağlamıştır. Tanrıların kendisini desteklediğine dair duyduğu inanç, Delfi’ye giderek Apollo’nun kehanetini istemesi ve elde ettiği başarıların bir kısmını tanrıların yardımıyla kazandığına inanması, İskender’in derin bir mistik ve manevi yönünün de olduğunun kanıtıdır.
Öte yandan, İskender’in karakterinde kimi zaman çelişkiler de görülmektedir. Pers kültüründen etkilendiği için Makedon kıyafetlerinden vazgeçip Pers giysileri giymesi, Makedon halkı ve askerleri tarafından eleştirilmiş, hatta eski dostu Klitos ile aralarındaki bir tartışmada kendi elleriyle Klitos’u öldürmek zorunda kalmıştır. Bu olay sonrasında yaşadığı pişmanlık ve günlerce süren üzüntü, İskender’in güçlü bir lider olmanın yanı sıra, insanî zaafları da olan bir figür olduğunu göstermektedir. Güçlü bir lider olmak ile kişisel duyguları arasındaki çatışmalar, İskender’in içsel karmaşalarını da gözler önüne serer.
Plutarkhos’un İskender’e dair aktardıkları, onun yalnızca bir savaş makinesi değil, aynı zamanda sanat, felsefe ve insanî değerler ile yoğrulmuş bir karakter olduğunu ortaya koymaktadır. İskender, fethedilmesi zor topraklara ilerlerken aynı zamanda kendi içsel yolculuğunu da sürdürmüş, kendisini tanrıların gözüyle bakılacak bir insan olarak görmüş, fakat bu yolda birçok kez kişisel zaafları ve duygusal çatışmalarının da etkisini yaşamıştır. Plutarkhos’un sade ve anlaşılır üslubu ile aktardığı İskender’in hikayesi, onu tarih sahnesinde kahraman olarak yüceltmekten öte, onun çok katmanlı kişiliğini ve insani yönlerini anlamamıza yardımcı olur. Bu sayede İskender, yalnızca kazandığı zaferlerle değil, aynı zamanda gösterdiği insani derinlik ve zaaflarıyla da tarihin en efsanevi figürlerinden biri olmaya devam etmektedir.