Atatürk’ün Mu Kıtası Ve Türk Bağlantısı Araştırması
Kasım 21, 2024

   Pasifik Okyanusu’nda bulunan kıtaya, Mu kıtası denmektedir. Örneğin Kur’an’da Semut kavmi adı ile Mu kıtası ve üzerinde yaşayan halktan bahsedildiği düşünülmektedir. Nuh tufanı öncesi yeryüzünde Mu ve Atlantis adında 2 kıta olduğu tarihçiler tarafından söylenir. Bu kıtaların beraber battığı fakat o sırada dünya üzerinde başka ada ve adacıkların olduğu da söylenir. Mu kıtası ile ilgili ilk bilgileri veren İngiliz James Churchward’a göre Mu’nun belirli dönemlere göre belirli yönetim tarzları olmuştur. Mesela ilk dönemlerinde ilkel kominal tarzda, kominal bir toplum yaşamından bahsediyor. Fakat başka kaynaklarda daha sonraki dönemlerde başlarında Ramu adı verilen bir yöneticinin bulunduğu ve 7 ayrı bölgeden oluşan bir yönetim olduğu söylenir. Mayalardan gelen tabletler yoluyla başlarında Rahip Kral diyebileceğimiz Ramu’nun ağzından çıkan sözlerin vahiy olduğu belirtiliyor.

   Mu alfabesi genellikle semboller dayanan bir alfabedir. Mu alfabesi ile ilgili Churchward bize çok yararlı bilgiler vermiştir. Örneğin ortasında nokta olan bir daire, Mu alfabesindeki ilk harftir ve Tanrı’yı simgeler. Güneşi Tanrı’nın bir simgesi olarak görmüşlerdir, o yüzden yöneticilerine Ramu derlerdi. Ra güneşi, Mu ise kıtayı temsil ederdi. James Churchward kozmik diyagramdaki iç içe geçmiş iki üçgenin, heksagram denilen, Davut yıldızı denilen sisteminde Mu’da kullanılan semboller olduğunu söylüyor. Aynı zamanda Uygurlarda karşılaştığı sembollerinde Mu sembolleri olduğunu söyler. James Churchward’a göre Mu kıtasında tek Tanrılı bir din vardı. Hatta söylediğine göre Atlantisli Ozizi adındaki bir bilge Atlantis’teki din yozlaşınca, Mu’ya gelir ve orada tekrar eğitim öğretimini alıp orijinal halini edindikten sonra Atlantis’e döner ve orada bir reform yapar. Tek Tanrılı dinde yaptığı reformdan sonra Ozizi öldürülür ve daha sonra bu öğreti Osiris dini adı altında Mısır’a gider.

Mu Kıtası

   Mu kıtasının dağılma ve çöküş sürecini ele alırsak, elbette bu kıta bir gün içerisinde sular altında kalıp yok olmamıştır. Yok oluştan yıllar önce bir felaket silsilesi başlıyor. Depremler, tektonik hareketler ve daha birçok olayın 30-40 yıl sürdüğü söylenir. Bu felaketler sonrası çıkan büyük bir felaket Mu kıtasının 24 saat içinde sular altında kaldığını gösteriyor. Bu felaketlerden kaçıp kurtulanların farklı kültürlerin altyapısını oluşturarak günümüze kadar gelmesine olanak sağladığı bir düşünülmektedir.

   Türkler ve Mu kıtası olayına gelirsek. Türk araştırmacıların Türklerin, Mu’nun bir uzantısı olduğunu söylemesinin sebeplerinden bir tanesinin Mu kıtasının tek Tanrılı bir dine sahip olmasıdır. Bildiğimiz üzere Türklerde her zaman tek Tanrılı inanca sahiptirler. Hatta Japon Türkolog Masao Mori’de; “Ortaya çıkışlarından itibaren, dünyada tek Tanrıya inanan ilk ırk Türklerdir” demiştir. Araştırma ve Mu kıtasından kaçanların farklı kültürlerin altyapısını oluşturdukları gerçeği bizlere Türklerin, Mu kıtasının bir uzantısı olduğu tezinin doğru olabileceğini gösteriyor.

   Çünkü yazılı kaynaklara göre Türkler ilk defa Gobi Çölü ve çevresinde ortaya çıkmıştır. Gobi bölgesi günümüzde bir çöl olabilir ama zamanında burada bir yaşam vardı ve henüz çöl değildi. Gobi Çölü günümüzde Moğolistan ve Çin arasında bulunmaktadır. Pasifik Okyanusunda bulunan Mu kıtasından kaçan insanların, Gobi bölgesi ve çevresine yerleşmesi ve orada yeni kültürlerin temellerini atmaları uzak bir ihtimal değildir. Aynı zamanda Türk tarihi ile ilgili yazılar yazan pek çok tarihçi ve yazara göre, Türklerin Gobi Çölü ve Pasifik Okyanusunun ötesine yaptığı 3 adet tılsımlı Taş Otağ bulunuyor. Bu Taş Otağlardan ikisi Gobi Çölü ve çevresindedir, bir diğerinin ise Pasifik Okyanusunun ötesinde, Meksika’da Uxmal tapınakları olarak bildiğimiz yapı olduğu söylenir. Bu yapılarda o zaman Gobi ve Meksika taraflarında bulunmayacak teknolojiler ile yapılan bazı kutsal emanetlerin olduğu kitaplarda yazar. Örneğin tılsımlı mühürler, kapıları dünyanın pek çok yerine ulaşan Taş Otağlar, kötülük ile savaşmak için yapılan tılsımlı Yesüken kılıcı gibi. Bu kutsal emanetleri ele alırsak, Türkler gerçekten Mu kıtasından gelmiş olabilir. Yani anlayacağımız üzere Türklerin tarihi aslında çoğu tarihçinin savunduğu gibi, yazılı kaynaklardan çok daha eskilere dayanabilir.

   Atatürk’ün Mu kıtası ve Türk bağlantısını araştırmak üzere Meksika’ya elçilik vazifesi ile gönderdiği Tahsin Mayatepek, raporlarında Mu’ya ait bazı sembolleri açıklayarak dünyanın dört bir yanına dağılan uygarlıklar da anlatıyordu.

   Birinci Kol: Mu’da Maya namıyla çıkarak Asya’nın doğu kıyılarına ayak bastıktan sonra Uygur namı alan Mu çocukları teşkil etmektedir.

   İkinci Kol: Bu kolu teşkil eden Mu çocukları gemilerle ve Maya namıyla çıkarak Hindi Çini kıyılarına çıkmışlar ve “Burma” kıtası istikametinden Hindistan’a girerek “Naga Maya” namını alarak bu namla büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Bu devlet 200 bin sene devam ettikten sonra yok olmuştur. Bu insanların bir kısmı Hindistan’ın batısından gemilerle Basra körfezinin kuzeyinde Fırat Nehri deltasına girerek bu yerlere Akad ve daha kuzeye ilerleyerek bu yere de Sümer adını vermişler ve kendileri de bu namı almışlardır.

   “Uygur İmparatorluğu ortadan kalkmadan önce Türk İmparatorluğu’nun mevcut olmadığı ve bu imparatorluğun, Uygur İmparatorluğu’nun yukarda izah olunan felaketler neticesinde son bulmasından sonra, 10-11 bin sene evvel ortaya çıktığı ve ırktaşlarımız olan Akadlarla Sümerler’in Orta Asya’dan değil, doğrudan doğruya 70 bin sene evvel Mu kıtasından çıkıp Hindi Çini, Burma, Hindistan yolu ile evvela Fırat deltasına ve müteakiben Mezopotamya arazisine yerleştikleri anlaşılmaktadır.”

Tahsin beyin elçilik vazifesindeki asıl görevi Maya dilinin öz Türkçe olan benzerliği ve Maya tabletlerini araştırmaktı. Meksika’ya gitmesinden bir süre sonra Etnografya müzesinde bazı görevliler yanına gönderilmiştir. Ekibin araştırmaları sonucu elde ettikleri bilgiler 3 ciltlik bir kitap haline getirilerek Atatürk’e sunuldu. Kitaplarda Maya, Aztek ve İnka uygarlıklarının kullandığı eşyaların, Türklerin kullandığı eşyalara ne kadar çok benzediği, hatta davul ve kalkanlarında kullandıkları ay ve yıldızın Türk bayrağındaki ay ve yıldızlardan hiçbir farkı olmadığı açıkça kanıtlanıyordu. Ayrıca yüksek ücretler karşılığında William Niven tarafından bulunan tabletlerden bir tanesi satın alınarak Atatürk’e gönderildi. Bu tablet günümüzde hala Atatürk’ün saklı mektupları ile birlikte muhafaza edilmektedir. Atatürk’e ulaştırılan cilt halindeki araştırma sonuçları ise 1970lere kadar Türk Dil Kurumu’nda bulunuyordu şu anda ise Anıtkabir kütüphanesinde 2 cilt olarak 1301 ve 1302 numarasıyla hala ziyarete açıktır. 3. cilt ise kaybolmuştur. Ayrıca Churchward’ın kitaplarından yapılan çevirilerde 4 cilt olarak aynı yerde saklanmaktadır. Tahsin beyin Atatürk’e gönderdiği 700’ü aşkın fotoğrafta Anıtkabir fotoğraf arşivinde yer almaktadır. Fotoğraflarda tapınak ayinlerin yöneten kişilerin kürsülerinde istisnasız şekilde, dünyada sadece Türk mitolojisinde görülen bozkurt figürünün birebir aynısının kullanılması Atatürk’ün üstünde durduğu bir diğer konu olmuştu. Tahsin beyin raporlarında yazdıkları şu şekildedir.

   Mayatepek’in 29 Şubat 1936 tarihli 7. raporundan alıntıya göre;

   Uygur, Sümer, Akad Türklerinin Pasifik Denizinde ilk insanların zuhur ettiği Mu’daki büyük medeniyet, din ve dillerini cihana yaydıklarına dair yepyeni ve mühim malumatı ihtiva eden rapor:

   Kuzey Amerika alimlerinden James Churchward 4 kıta eserinde dünyada ilk insanların ilk zuhur ve saadet diyarı olarak Tevrat’ta “Gan Edn” ve Kur’an’da “Cenneti Adn” namı adı altında zikri geçen ve Pasifik Denizinde bulunan Mu kıtasında ortaya çıktığı ve bu büyük kıtanın 11 bin 500 sene evvel müthiş depremler ve patlamalar neticesinde 24 saatte 64 milyon nüfusuyla denize battığı ve ilk yüksek medeniyetin, dilin ve vahdaniyete dayalı dinin ve fen ilimlerinin Mu kıtasından 70 bin sene önce Maya namıyla çıkarak Asya’da Uygur, Hindistan’da Naga-Maya, Fırat Nehri deltasında Akad, Mezopotamya’da Sümer, Kızıldeniz’in batısındaki arazisindeki Maya ve Etiyopi kıtasında Tamil namlarını almış olan Mu çocukları bütün cihana yayılmış olduğu vesaire hakkında, şimdiye kadar Doğu’da ve Batı’da yayımlanan kitapların hiçbirinde görmediğim çok derin ve 50 sene süren mahsulü malumata tesadüf ettim.

   Mayatepek’in 29 Şubat 1936 tarihli 7. raporunda James Churchward’ın kitabından alıntısı;

   “Eski Türklerin ilk vatan ve kökenleri şimdiye kadar bildiğimiz üzere Orta Asya olmayıp, Pasifik Denizinde 200 bin sene mevcudiyetten sonra batmış olan Mu kıtası olduğu ve Orta Asya’ya, Mezopotamya’ya, Yukarı ve Aşağı Mısır kıtasına ve Etiyopi’ye Mu kıtasından binlerce sene evvel gelip Mu’daki yüksek kültür ve medeniyetlerini dil ve dinlerini yaydıkları anlaşılıyor.”

Salih Bozok hatıralarında şöyle anlatıyordu;

   “Gazi, kitapların tercümesi yapılırken çok heyecanlıydı, günaşırı ‘Tercümeler bitmedi mi? Heyet neden bu kadar yavaş çalışıyor?’ diye hayıflanıyordu Nihayet sonunda tercümeler bitti. Kitap basılmadı daktilo edilerek Atatürk’e sunuldu. Gazi metinleri tekrar tekrar büyük bir dikkatle okudu, yaratılışı anlatan bölümle özel olarak ilgilenmişti. Mu kıtasının insanlığın ana vatanı olduğunu, nüfusun 64 milyona çıktığını yazan kısmım altını çizmişti. Mu’da geçen Tanrı kavramıyla da yakından ilgilenmiş, yaratıcının insan aklıyla anlaşılamayacağı üzerinde durmuştu. Mu dili kökenli özel isim ve sıfatları Türkçe ile karşılaştırarak notlar alıyordu.

   Sonuç olarak Atatürk, akademik ve bilimsel delillerle desteklenen bir Türk tarih tezi sunmuş ancak bunu kitaplaştırmaya ömrü yetmemiştir. Teze göre şu sorulara net cevaplar veriliyordu;

   Türkler, Orta Asya’dan gelmişlerdi ancak Orta Asya’ya nereden ve nasıl gelmişlerdi?

   Türklerin, Amerika kıtasının yerlileri olan Maya, Aztek ve İnka uygarlıkları ile olan tartışmasız benzerlikleri nasıl açıklanabilirdi?

   Dünya tarihi nerede başlamıştı?

   Orhun Yazıtları ve Maya tabletlerindeki benzerlikler nereden geliyordu?

   Bu cevaplara Anıtkabir arşivleri açılarak yanıt verilmesi mümkündür. Yani bu bilgilere göre Türklerin düşünülenden çok daha eski bir tarihe sahip olduğu ve Mu kıtasından geldikleri düşüncesi göz ardı edilemez bir gerçektir.

Bu Haberi Paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak.