Yerleşik düzene geçişle birlikte insanların günlük yaşamını sürdürdüğü mekanlarda oturmak, yatmak, dinlenmek ya da yemek yemek gibi olağan gereksinimleri sonucu yarattığı mobilyalar, bu temel kullanım amaçlarına ek olarak estetik duygulara da hitap eder. Antik dönem yapılarının iç mimari tasarımında, günümüzde olduğu gibi masa, sandalye, tabure, koltuk ve yatak gibi pek çok mobilya türü söz konusudur. Bu mobilya çeşitliliği arasında yer alan yataklar, çok fonksiyonlu yapılarıyla antik yaşam içerisinde belki de en önemli mobilya türüdür.
Antik dönem içerisinde üzerine uzanılan, uzun yatak biçimindeki mobilyaları tanımlamak için kline (κλινη) kelimesi kullanılır. Kelimenin kökeni, Antik Yunanca “boylu boyunca uzanmak, yatmak” anlamına gelir. Genel anlamda ‘yatak’ olarak tanımlanabilecek olanklineler aslında basit birer eşya türü olarak düşünülmemeli. Günlük hayatın olağan akışı içerisinde insanların yatma, dinlenme ve yemek yeme ihtiyaçlarının tamamı için kullandığı klineler bu çok fonksiyonlu yapılarının yanında ölü gömme gelenekleriyle bağlantılı olarak mezar odaları içerisinde ‘ölü yatağı’ şeklinde de kullanılıyordu. Dolayısıyla yatak odası, oturma odası ya da toplantı odaları içerisinde yer alarak, insanların tüm özel anılarına gizlice tanıklık eden klineler, ölümden sonraki sonsuz uykularında da insanlara eşlik eden bir mobilya türüdür diyebiliriz.
Ucuz olması, rahat şekillendirilmesi ve kolay taşınabilirliği gibi pratik olgular nedeniyle çoğunlukla ahşaptan ya da dayanıklılığı artırmak adına bronzdan yapılan klinelerin çürüme nedeniyle günümüze kadar ulaşması çok zordur. Bu nedenle Antik dönemde tipik bir klinenin nasıl göründüğünü anlamamız konusunda seramikler, kabartmalar, mezar stelleri üzerindeki sahneler ya da ölü yatakları gibi arkeolojik veriler büyük oranda yardımcı oluyor.
Antik dönemde yalın bir kline dört bacak üzerinde yükselen, dikdörtgen bir çerçeveden oluşurdu. Bu dikdörtgen çerçevelere çoğunlukla hayvan derilerinden yapılan kayışlar gerilerek, üzerine konulacak olan minder ya da şilte için sağlam bir zemin oluşturulurdu. Malzemelerin birbirine bağlanması için ilk zamanlar deri ve bitki liflerinden yararlanılırken tekniğin gelişmesi ile birlikte metal çiviler ve zıvanalar da kullanılır hale geldi. Klinelerin özellikle baş kısımları, yatma ve dinlenme sırasında rahatlığı en üst seviyeye çıkarabilmek amacıyla kolçaklarla yükseltilirdi. Üzerine serilen minderler ve diğer tekstil ürünleri göz ardı edilecek olunursa klineler bir kişinin taşıyabileceği kadar hafiftir diyebiliriz. Örneğin, Oxford Ashmolean Müzesi’nde bulunan bir seramik üzerinde erkek hizmetli sırtında bir kline ve bir masa taşırken betimlenmiştir.
Klineler, kültürel yapı ve ekonomik durum ile bağlantılı olarak marangozlara sipariş veren kişinin maddi durumuna ve özel isteklerine göre farklı malzemeler kullanılarak, farklı tiplerde yapılmışlardı. Klinelerin çerçeveleri ve bacaklarının yapımı için en çok kullanılan malzeme daha ucuz olması, kolay işlenmesi ve rahat taşınabilmesi nedeni ile ahşaptı. Pek çok antik kaynak yardımıyla kline yapımında akçaağaç, zeytin, çam, kayın, sedir ve meşe gibi pek çok ahşap türünün kullanılabildiğini öğrenmekteyiz. Örneğin, Antik dönemin ünlü şairlerinden biri olan Homeros, Odysseia adlı eserinde bir klinenin nasıl yapıldığını aktarırken özellikle zeytin ağacını vurgular:
“Sonra gür yapraklı dallarını kestim zeytin ağacının,
Gövdesini tunç bıçakla rendeledim köküne kadar,
Sonra güzelce bir çırpı çekip düzelttim,
İçini oyup sedirini tamamladım yatağın,
Ve sonra burguyla deldim her yanını,
Süsledim altınla, gümüşle, fildişiyle,
ve parlak kırmızı kayışlar gerdim
üzerine sığır derisinden.”
(Homeros, Odysseia, 23. Bölüm 190 vd.)
Ahşaba oranla pahalı olsa da daha dayanıklı ve sağlam olması istenen klineler için demir ya da bronz gibi metal malzeme tercih edilirdi. Metal kullanılarak oluşturulan klinelerin fildişi, gümüş ya da altın kakmalar ile süslenerek daha gösterişli hale getirildiği örnekler yaygındı. Özellikle bronzdan yapılmış olan klinelerin kolçak bölümleri çeşitli aksesuarlarla süslenmişlerdi. At, katır, eşek, köpek ya da kuğu gibi pek çok hayvan türünün baş ve omuz kısımlarını taklit eder biçimde oluşturulan bu aksesuarlar, sipariş veren kişinin isteklerine göre kimi zaman tanrı ya da tanrıça büstleri şeklinde de biçimlendirilirdi. Örneğin, Batı Anadolu’da, Helenistik bir kent olan Priene’de günümüze oldukça iyi durumda korunarak gelen, bronz bir klinenin baş kısmında at başı biçiminde şekillendirilmiş bir kolçak bulunur. Bazı örneklerde klinelerin hem baş hem de ayak kısımları yükseltilmiştir. Bu tür klineler amphikephalos (çift başlı) olarak adlandırılır.
KLİNE TİPLERİ ARASINDA EN YAYGIN OLANI YUVARLAK BACAKLI KLİNELERDİR
Günümüze ulaşan ahşap ya da bronz kline örneklerinin yanı sıra diğer arkeolojik eserlerin üzerindeki betimlemeler Antik dönemde mobilya bacaklarının, marangozlar tarafından genel olarak üç ana tipe bağlı kalınarak biçimlendirildiğine işaret eder. İlk tip, en erken örnekleri Mısır ve Doğu kültürlerinde bulunan hayvan bacaklı klinelerdir. Aslan ya da leopar gibi yırtıcı hayvanların yanında at ya da keçi gibi hayvanların bacak ya da pençelerini taklit ederek yaratılan bu tip, fiziksel gücü sembolize etmesi nedeniyle klinelerden daha çok tahtlarda tercih edilirdi. Kline tipleri arasında en çok görülen ve en yaygın olan ikinci tip, yuvarlak bacaklı klinelerdir. Yapımı diğerlerine oranla oldukça basit olan bu kline tipinde bacaklar, ahşap ya da bronz malzemenin torna ile iç ve dış bükey hatlarla oyularak şekillendirilmesiyle oluşturulurdu.
Üçüncü ve son kline tipi dikdörtgen bacaklı klinelerdir. Dikdörtgen düz levhalar şeklinde biçimlendirilen bu tipte bacakların üzeri kazıma ve boyama tekniği ile ters ve düz bakışımlı lotus-palmetler, geometrik şekiller, rozetler ve volütlerle süslenerek zengin bir görüntü yaratılırdı. Uzun dikdörtgen yapısı ile bezemeler için oldukça uygun bir yapıya sahip olan kline çerçeveleri de bitkisel ve geometrik bezemeler ya da hayvan ve insan figürlerinin kullanıldığı günlük yaşam sahnelerine kadar çok çeşitli biçimlerde süslenmişlerdi.
BİR KLİNE TEK KİŞİNİN YATABİLDİĞİ BOYUTA SAHİP
Mekan boyutlarının yanında ele geçen pek çok örnek değerlendirildiğinde ortalama bir klinenin 180 cm – 2 m uzunluğunda ve 90 cm – 1 m genişliğinde olduğunu anlıyoruz. Bu durumda ortalama bir klinenin tek kişinin yatabildiği ya da uzanabildiği bir boyuta sahip olduğu ortaya çıkar ki pek çok betimleme üzerinde klineler üzerinde tek kişinin yer aldığını görürüz.
Klineler, aynı zamanda Antik dönem erkekleri arasında oldukça popüler olan ve symposium olarak adlandırılan ziyafet ve içkili eğlenceler sırasında kullanılan en önemli mobilyadır. Birçok konut yapısında andron olarak adlandırılan özel odalar içerisinde gerçekleştirilen bu ziyafetlerde konuklar, sandalye ya da koltuk kullanarak bir masa etrafında toplanmak yerine, duvar kenarlarına yan yana dizilmiş klinelere uzanarak yemeklerini yer, içkilerini içerek uzun saatler sohbet ederlerdi. Andronlarda yer alan kline sayısı odanın boyutlarıyla bağlantılı olarak değişiklik gösterirdi. En küçüğü 3x3m boyutlarında olan bu odalar içerisinde 3-5-7-9 gibi tekli haneler şeklinde artan kline sayılarının, 15’e kadar ulaşabildiğini biliyoruz. Konutların yanı sıra kamu yapıları içerisinde yer alan andronlarda kullanılan klineler de duvar kenarlarına sıralanarak, konukların birbirleriyle rahatça sohbet edip, zaman geçirebilecekleri şekilde tasarlanmışlardı.
Fonksiyonel yapıları sayesinde insanların günlük hayatında önemli bir yere sahip olan klineler belli ki ölümden sonraki sonsuz yaşam düşüncesi içerisinde de kendilerine yer edinmişlerdi. Örneğin, insanlar vefat eden kişinin onuruna gerçekleştirilen sergileme ve ölü yemeği ritüellerinde klinelerden yararlanıyordu.
Prothesis olarak adlandırılan ritüellerde yıkanıp, çeşitli yağlarla yağlanan ve kumaşlarla sarılan ölü bedeni, kline üzerine yatırılarak sergileniyordu. Etrafında toplanan yakınları ve akrabaları tarafından yas tutularak, ölen kişi son yolculuğuna uğurlanıyordu.
Ölüm ile yaşamın iç içe olduğu Antik dönem düşüncesinde ölümden sonra ruhlarının huzur bulmasını arzulayan insanlar defnedildikleri mezar odalarını, yaşarken kullandıkları mekanlardan esinlenerek inşa etmiş ve bunun sonucunda ölü yataklarını günlük hayatta kullandıkları klinelere benzetmişlerdi. Özellikle bu düşünce sistemi ile şekillendirilen tümülüs ve kaya mezar odaları içerisinde yer alan ölü yatakları, günlük yaşamda kullanılan yuvarlak ve dikdörtgen bacaklı kline örneklerinden izler taşır. Örneğin, MÖ 6’ncı yüzyıla tarihlendirilen Lidya tümülüslerinin mezar odaları içerisinde genellikle rozetler, volütler ve lotus-palmet gibi bitkisel motiflerle zengince süslenmiş, dikdörtgen bacaklı ölü yatakları tercih edilmiştir.
SFENKSLER TARAFINDAN TAŞINAN KLİNE ÖRNEKLERİ DE BULUNUR
Benzer şekilde Urartu, Frigya, Karya ve Likya gibi ölü gömme gelenekleri içerisinde kaya mezarlarının sıkça kullanıldığı Anadolu kültürlerinde kaya mezar odası içerisinde, ana kayadan oyularak yapılmış olan ölü yatakları duvar kenarlarına sıralandırılıyordu. Çoğunlukla aile mezarı olarak kullanılan bu tür mezarlarda ölü yatakları, günlük yaşam içerisinde kullanılan ahşap ya da bronz kline örnekleri göz önünde bulundurularak şekillendirilmişti.
Özellikle mezar mimarisi ile ilişkili ölü yataklarında, bacakların biçimi konusunda standartların dışına çıkıldığı örnekler de söz konusudur. Bu konudaki en iyi örneklerden birisi Manisa yakınlarında yer alan ve Lidyalılara ait olan Harta Tümülüsü’nde tespit edildi. Bu tümülüsün mezar odası içerisinde yer alan iki kişilik ölü yatağı, dikdörtgen kaideler üzerine oturan iki sfenks tarafından taşınıyor. Oldukça önemli ve nadir olan bu örnekler, antik kaynaklarda klinai sphiggopodes (Sfenks bacaklı kline) olarak geçiyor. Kadın başlı ve aslan vücutlu olarak düzenlenen sfenksler, büyük olasılıkla mezarı kötülüklerden koruyan figürler olarak mezar sahibi tarafından özellikle tercih ediliyordu.
Mezar odaları içerisinde yer alan ölü yatağı örneklerinin yanında mezar yapılarının dış cephelerinde ve mezar stelleri üzerinde yer alan ve günlük yaşamdankesitler sunan sahnelerde klinelere sıkça yer veriliyordu. Ayrıca yuvarlak ya da dikdörtgen bacaklı yapılarıyla günlük yaşamdaki mobilya tasarımlarını taklit eder şekilde tasarlanıyorlardı.
LECTUSLARIN YAPIMINDA ÇOĞUNLUKLA BRONZ KULLANILIYORDU
Şık ve zarif tasarımlarıyla estetik bir görüntüye sahip olan klineler toplumların kültürel yapısı ve alışkanlıkları ile paralel olarak zaman içerisinde farklı biçimler alarak gelişti. Örneğin, Roma Dönemi villalarında (domus) yatak olarak lectus ya da lectica olarak adlandırılan mobilyalar kullanılıyordu. Klinelerin gelişmiş örnekleri olarak düşünülebilecek olan lectusların yapımında çoğunlukla bronz kullanılıyordu. Fildişi, gümüş ve altından yapılmış aksesuarların eklenmesi ile oldukça lüks bir görüntüye sahip olan lectusların, iki kişinin rahatlıkla sığabileceği kadar geniş ve arkalıklı olan, kanepe görünümlü çeşitleri ise biclinium olarak adlandırılıyordu.
Antik dönemde Anadolu, Adalar, Yunanistan ve İtalya olmak üzere geniş bir coğrafya içerisinde kendine yer bulmuş olan klineler, iç mimarinin önemli bir donanımı olarak yüzyıllar boyunca gelişim gösterdi; toplumların yaşayış biçimi, kültürel yapısı ve estetik kaygıları hakkında ipuçları sundu. Günlük hayatın her anında kendine yer bulan klineler, özellikle ölü gömme uygulamalarında tercih edilmiş olmalarıyla oldukça ilginç mobilyalardır. Ölüm ve ölüm sonrası hayat günümüzde olduğu gibi Antik dönemde de insanların düşüncesinde bilinmezlerle doluydu. Ölümün yarattığı korku ve çaresizlik hissi sonucunda insanlar, ölümden sonraki hayatlarında huzurlu ve mutlu olma adına mezar odalarını yaşadıkları evlere benzetiyorlardı. Bu düşünce tarzı doğal olarak ölü yataklarının, klinelere benzetilmesini de beraberinde getirdi. Ölü bedenlerin yatırıldığı klineler, mezar odalarında huzurlu bir ev ortamı yaratarak ebedi istirahatlerinde insanların yanında olmaya devam ettiler.